Yurtseverce Sözümüz

Tahmini Okunma Süresi: 7 dakika

Yurtseverce, müteşekkir bir varoluş bilincinden ve kapitalist toplumsal düzen karşıtı Türk yurtseveri bir anti-oligarşik ulusal-demokratik iddiadan gücünü alan bir düşünsel/politik eğilimin adını koymak ve teorik çerçevesini çizmek üzere yola çıkıyor. En sonda söyleyeceğimizi en başta söylemekte fayda görüyoruz: Türk milliyetçiliğinin hakim eğilimlerinin Türklüğe ve Türk milletine iliştirdiği ırkçılığı, yayılmacılığı, ataerkilliği ve devlet fetişizmini kesin olarak reddediyoruz. Yurtseverce, Türk milliyetçiliğinin-ulusalcılığının özgün bir yorumu-eğilimi olma arayışı içinde değildir;  milliyetçiliğin-ulusalcılığın varsayımları ve tezleriyle esastan hesaplaşma kararlılığındadır. Yurtseverliğimiz yurdun hâlihazırda ve her haliyle sevilmeye layık olduğuna dair bir milliyetçi önkabulden kaynaklanmıyor; biz “bir ihtimal”in, inandığımız bir potansiyelin yurtseverleriyiz.

Anti-Oligarşik Ulusal-Demokratik İddia

1. Kapitalist toplumsal düzen oligarşiktir. Zira üzerine kurulu olduğu devlet ve sermaye bir tarafta biyolojk/çıplak hayatlarından başka bir şeyi olmayan köle kitleler ve diğer tarafta biyolojik/çıplak hayatına indirgediği köleler üzerinde biyololojik/çıplak hayatları üzerinden egemen olan az sayıda efendiler üreterek işleyen saf tahakkümden ibarettir.

  • Yapısal mantığı içinde sermaye, genişletilmiş yeniden üretim ve ilkel sermaye birikimi üzerinden mülksüzleştirdiği, yaşam dünyalarından, geleneksel-yerel cemaat bağlarından mahrum bırakarak biyolojik/çıplak yaşamlarına indirgediği kitlelelerin biyolojik/çıplak yaşamlarını özgürlükleri ile mübadele ederek onları ücretli kölelerine dönüştürür.
  • Yapısal mantığı içinde devlet, bireyleri sahip oldukları zor araçlarından ve geleneksel-yerel cemaat zırhından soyutlayarak onları biyolojik/çıplak yaşamlarını koruma ve güvence altına almak karşılığında kendine tabi kılarak birey-tebası haline dönüştürür.

Kapitalist toplumsal düzen; üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde tutan sermaye oligarşisi ve zor araçlarının mülkiyetini elinde tutan devlet oligarşisinin kontrol ettiği ve yönlendirdiği bir tarihsel-toplumsal biçimdir.

2. Anti-oligarşik ulusal-demokratik iddianın dinamiği; “kapitalist toplumsal düzenin” yıktığı geleneksel toplumsal ilişki ve kurumlardan arta kalan ve asla bütünüyle yok edilemeyecek olan eşitlikçi, dayanışmacı ilişki ve değerlerin, kapitalist toplumsal düzenin bünyevi eşitsizlik, şiddet ve hiyerarşileri karşısında ürettiği ulus ütopyasına dayanmaktadır. Ulus; sermaye ve modern devletin çözdüğü etnik asabiyeye mündemiç “ilkel sosyalizmin” kolektivist ve eşitlikçi değer ve ilişkilerinin yine sermaye ve modern devletin yarattığı maddi tarihsel düzlem içinde, bu düzlemin araçlarıyla ve fakat bu düzlemin kurucu prensiplerine karşı kendini ileri sürme ve tahkim etme çabasının ifadesidir. Ulusun sermaye ve devletle aynı tarihselliği paylaşması, sermaye ve devlet tarafından mümkün kılınması kesinlikle sermaye ve devlet tarafından gerektirildiği anlamına gelmez.

3. Ulus her şeyden önce bir ütopyadır; “kapitalist toplumsal düzenin” ütopik ötekisidir. Zira cemaat olarak tahayyül edilir. Cemaat ancak sermaye ve devletin “kapitalist toplumsal düzenine” kıyasla ve zıtlıkla tanımlanabilir olan, kendinde bir içeriği olmayan bir antagonizma konumudur. Cemaate atfedilen bütün sıfatlar, mesela eşitlikçiliği, kendisine özdeşliği, ahenkliliği, aslında devletin olmadığı, devleti gerektirmeyen ütopik bir toplumsallığın sıfatlarıdır. Devlet, Engels’in sözleriyle ifade edecek olursak, “toplumun kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin, üstesinden gelmekte yetersiz kaldığı uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünün itirafıdır”. Cemaat ise dışsal zorlayıcı bir müdahale gerektirmeden, kendiliğinden, doğal bir şekilde bir arada durabilen az çok ahenkli, eşitlikçi bir topluluk türüne işaret eder.

4. O halde bir cemaat olarak ulusun bünyevi olarak ve iki açıdan anti-oligarşik olduğu söylenmelidir.

  • Ulus-cemaat anti-oligarşiktir; zira ulusun bir cemaat olarak tahayyül edilmesi, ulusun her zaman çoktan tamlığı ve uyumu devlet tarafından çalınmış bir arzu konumu olarak kurulduğunu gösterir. Ulusal tahayyül, devleti, ulusun/cemaatin kendisini gerçekleştirmesine mani olan bir dışsal, oligarşik dayatma ve fazlalık olarak görünür kılar ve ulus ancak bu dayatmayı aşmayı hedefleyen bir ulusal egemenlik iddiasının öznesi olarak varolabilir. Ulusun, kendi kaderini tayin hakkıyla özdeşleşmiş olması bunun en veciz ifadesi olarak okunabilir. Anti-oligarşik ulusal-demokratik iddia; saf tahakküm olarak devletin ürettiği köle nesneyi, yani birey-tebayı, ulusal egemenlik iddiasının öznesi Ulusun Vatandaşı olarak devlete, devletin oligarşik ve merkeziyetçi biçiminin bünyevi olarak ürettiği bürokratik ve siyasal oligarşiye karşı tarih sahnesine çağırır.
  • Ulus-cemaat anti-oligarşiktir; zira cemaati tanımlayan şiddetsiz ve eşitlikçi birlik fikri bir yanda zenginlik ve diğer yanda yoksulluk biriktiren, bir yanda kapitalist efendiler ve diğer yanda ücretli köleler üreten sermayenin oligarşik, sınıflaştırıcı yapısıyla uzlaşmaz bir çelişki içinde olacaktır. Bir cemaat olarak ulus ancak sermayenin sınıflaştırıcı şiddetiyle uzlaşmaz bir mücadele içerisinde kendisini gerçekleştirebilir. Anti-oligarşik ulusal-demokratik iddia; saf tahakküm olarak sermayenin ürettiği köle nesneyi, yani ücretli köleyi, ulusal-demokratik plan ve kolektif mülkiyet iddiasının öznesi İşçi-Sınıfı olarak sermayeye karşı tarih sahnesine çağırır. Yurtseverce, işçi-sınıfını anti-oligarşik ulusal-demokratik iddianın bir kategorisi olarak görür.

5. Kapitalizm her zaman bir toplumsal düzen üretimi olarak, toplumsal düzen üretimi ise devletin ve devletler sisteminin üretimi ve yeniden üretimi olarak mümkün olur. “Kapitalist toplumsal düzen” üretimi olarak devletin eş zamanlı işleyen en az üç uğrağı tanımlanabilir:

  • fiziksel ve sembolik sınırlar inşa ederek “içerisini” ve “dışarısını”, “dostları” ve “düşmanları”, “bizi” ve “onları” üretmek, bu ayrımları doğallaştırmak ve fetişleştirmek;
  • dışarıya karşıtlıkla tanımlı “içerisini”, “bizi” hiyerarşik bir fark sistemi olarak tanzim etmek;
  • sermayenin genişletilmiş yeniden-üretiminin koşullarını temin etmek

Dolayısıyla ulus-cemaatin sermaye ve devlet oligarşisine karşı mücadelesi:

  • “İçeriden”, “biz” adına konuşurken dahi her daim “içerinin” ve “biz”in aşılmasını öngören bir enternasyonalist perspektifi gerekli kılar.
  • Devlet ve sermaye oligarşisine karşı mücadeleyi, “bizim” “onlara” (siyasal ve bürokratik oligarşiye, kapitalistlere) karşı mücadelemizle sınırlamayan, bizim bizimle olan mücadelemizin, yani bireyler, gruplar, cinsiyetler, etnisiteler arası had dağılımıyla ve hiyerarşik dizilimlerle yüzleşmek gerektiğine dair bir farkındalığı gerekli kılar.
  • Sermaye karşıtı mücadelenin, devlet biçimine, bu biçimin bünyevi olarak ürettiği oligarşiye karşı verilecek ulusal egemenlik mücadelesi tarafından dolayımlanmasının kaçınılmazlığını ileri sürer.

6. Devlet ve ulusal egemenlik iddiası arasında burada tanımlanan karşıtlık bizzat ulus-devlet biçimi tarafından çürütülüyor değil midir? Madem ulus ve devlet arasında uzlaşmaz bir karşıtlık var, nasıl olur da ulus ve devleti ulus-devlet biçiminde bağdaştırmayı hedefleyen milliyetçilik ulusal egemenlik siyasetinin esas mecrası olabildi? Milliyetçiliği ulusal egemenlik siyasetinin esas mecrası yapanın ne olduğu sorusuna nasıl cevaplar verilirse verilsin bu cevaplar arasında ulus ve devletin birbirini gerektirdiği gibi tarihsel ve teorik olarak temelsiz bir varsayım olamayacağı açıktır. Bu varsayımın dikkate almadığı tarihsel bilgi modern devletin ortaya çıkmak için ulusu beklemediği ve ulusu gerektirmediğidir. Modern devletin ilk biçimi sömürgeci ve mutlakiyetçi devlet biçimleriydi. Ulus ve ulusal egemenlik iddiası bu devlet biçimlerine karşı mücadele içinde ortaya çıkmış ve bu devletlerin ulus-devlete dönüşümü kural olarak şiddetli mücadelelerin (ulusal-demokratik devrim, anti-emperyalist demokratik devrim) sonucunda olmuştur.

7. Milliyetçi ulusal egemenlik siyasetini tanımlayan şey devleti verili almasıdır. Milliyetçilik, ulusun şekil şartı olan ortaklaşma unsurlarını kültür, tarih, ırk olarak şeyleştirerek ulusun esası haline getirir, ulusal egemenlik iddiasını bir temsil meselesine indirgeyerek devletin oligarşik biçimiyle uyumlulaştırmaya çalışır ve meseleyi bir gayrimilli seçkin azınlık ve mağdur milli çoğunluk karşıtlığına kapatır.

8. Kapitalist toplumsal düzen, ütopik ötekisi olan ulus-cemaatin kendisine yönelttiği itirazı çarpıtarak alıkoymadan, ulusu kendi yordamınca içermeden kendini yeniden üretmekte zorlanır. Zira kapitalist toplumsal düzenin kurucu aktörleri olan devlet ve sermayenin oligarşik doğalarının üretiyor olduğu oligarşik diktatörlük oligarşik niteliği itibarıyla kapitalist toplumsal düzenin bir bütün olarak yeniden üretiminin gerektirdiği bütünsel rasyonaliteyi üretemez ve icra edemez. Oligarşik diktatörlüğün oligarşik davranmasında şaşılacak bir şey yoktur. Ulusal egemenlik iddiasının temsil kurumları dolayımıyla içerilmesi ve temsil kurumları üzerinden uygulanan yeniden bölüşümcü ve anti-oligarşik basınç oligarşik diktatörlük kaşısında adeta bir fren mekanizması olarak iş görerek kapitalist toplumsal düzenin yeniden üretimini ve krizlerden kaçınmasını kolaylaştırır.

9. Aslında saf bir tahakküm ve sömürü sistemi olan kapitalist toplumsal düzen ulusu kendi yordamınca içermek suretiyle ütopik bir momente kavuşur. Yeniden üretim perspektifinden bakıldığında, ulusun kapitalist toplumsal düzene içerilmesi saf tahakküm olarak kapitalist toplumsal düzenin bünyevi meşruluk krizinin aşılması açısından hayati önemdedir. Gelgelelim, bu içerilme bedelsiz değildir: Sermaye ve devlet kendi işleyişlerini ulusa hizmet ve ulusu temsil üzerinden meşrulaştırmaya mahkum olur. Ulus, kapitalist toplumsal düzenin tam orta yerinde açılan koca bir yarıktır. Kapitalist toplumsal düzenin eleştirisini kafamıza göre yapamayacaksak, bu eleştiri kapitalist toplumsal düzenin kitleler nezdinde kendi meşruluğunu türettiği prensipler üzerinden yürümesi gereken gerçek bir eleştiri olacaksa, devlet-sermayenin asla tutamayacağı ama vermek zorunda kaldığı ulusu temsil sözü ciddiye alınmalı, bu temsil iddiası ta ki tutulamayacağı açık edilene kadar sınırlarına zorlanmalıdır.

Müteşekkir Varoluş Bilinci

1. İktidar biçimleri olarak sermaye ve devletin işlemek için bastırmak, toplumsal maddiliğin işleyişinden özel alanlara, fikirler ve kanaatler evrenine sürmek zorunda oldukları bilgi ölümlülüğümüzün, faniliğimizin bilgisidir. Biyo-iktidar sermaye ve devletin işleyişine içkindir. Kurucu dinamiği biteviye ve amansız rekabet olan sermaye ve devlet, yaşamlarımızı en güçlü olanın hayatta kalması prensibi üzerinden yapılandırır. Bu, yaşamlarımızın araçsallaşması ve biriktirmenin (para, güç, toprak, kariyer) kendi başına amaçlaşmasından başka bir şey değildir. Varoluşumuz, hayatın geçmiş-bugün-yarın çizgisi içinde biriken bir doğrusallığa sahip olduğu yanılsaması etrafında şekillendirilir. İlerleme, Büyüme, Kalkınma hiçbir açıklamaya gerek duymayacak kadar meşrulukları açık, sorgulanamaz, verili kabul edilmesi gereken fetişlere dönüşür.

Sermaye ve devlet ölümlüğümüzün bilgisini bastıramadığı durumlarda dahi bu bilgiyi “üç günlük dünyanın” tüketimci mekanizmaları içinde metalaştırarak yeniden üretiminin hedonist bir uğrağına dönüştürür. Böylece, faniliğimizin bilgisinin sermaye ve devletin biyo-politik temellerine karşı ileri sürdüğü tehdit bertaraf edilmiş olur.

2. O halde sermaye ve devletin kapitalist toplumsal düzenine karşı ileri sürülecek anti-oligarşik ulusal-demokratik iddia devlet oligarşisi karşısında ulusal egemenliğe ve sermaye oligarşisi karşısında kolektif mülkiyete indirgenemez. Bizatihi öznelliğimiz, varoluşumuz, zamansallığımız zemininde verilmesi gereken bir mücadele tanımlıyoruz. Anti-oligarşik ulusal-demokratik iddiayı hakkıyla ve tutarlı bir biçimde ileri sürmenin müteşekkir bir varoluş bilincini gerektirdiğini öne sürüyoruz. Müteşekkir varoluş bilinciyle; ölümlülüğün, faniliğin bilgisiyle hayatın araçsallaşmasına, bir biriktirme uğrağına dönüşmesine izin vermeyen bir varoluş bilincini tanımlıyoruz.

Bu zamansallık içinde çağlar öncesinden Yunus Emre bize bir çağdaşımız ve yoldaşımız olarak hitap ediyor:

Mal Sahibi, Mülk (Devlet) Sahibi
Hani Bunun İlk Sahibi
Mal da Yalan, Mülk de Yalan
Var Biraz da Sen Oyalan.

 

3. Müteşekkir varoluş bilinci bir mücadele bilincidir; olanın olmayana bakarak duyacağı teselli, eldekiyle yetinmek, sermaye ve devletin tahakkümüne tahammül, mücadeleden kaçınmanın mazereti değildir. Müteşekkir perspektif, ölüme ve yokluğa kıyas ederek yaşamın ve varlığın bir hediye, bir emanet olduğunu bilince çıkaran bir kadirşinaslıktır.

Varolanı cepte gören kadir kıymet bilmezliğe, varolan karşısında tefekkür ve hayret kabiliyetini yitiren araçsalcılığa, hep ileriye ve daha ileriye bakmaktan önünü göremeyen kalkınmacılığa-ekonomik büyümeciliğe karşı aldığımız nefese, ayağımızı bastığımız toprağa, içtiğimiz temiz suya, tarlalara, derelere, ormanlara, dağlara bin kere şükürler olsun. Sermaye ve devlet oligarşisine karşı toprağın, havanın, suyun, ormanının, börtü böceğin yurtsever bir ekolojik ruhla savunulmasının anti-oligarşik ulusal-demokratik iddia ile yaşam alanlarımıza sahip çıkmak kadar müteşekkir bir varoluş bilinci üzerine kurulu mücadeleci bir şükür anlayışını da gerektirdiğini düşünüyoruz.

4. Anti-oligarşik ulusal-demokratik iddiayı sol popülizmin platformundan ayıran en önemli fark müteşekkir varoluş bilincidir; popülizmin her şeyin sorumlusu bir düşman figürünü gerektiren ve özeleştiriyi imkansızlaştıran halkçı, yerlici, millici mantığını kabul etmiyoruz. “Başkaları”, “birileri”, “oligarşi”, “kapitalizm”, “emperyalizm” olmasa aslında her şeyin yerli yerinde olacağı varsayımıyla düşünmüyoruz. Kullar olarak eksiğiz, aciziz, şükürsüsüz, faniliğimizi unutmaya, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yapışmaya, mal, iktidar, şöhret biriktirmeye meyyaliz. Dolayısıyla sermaye ve devleti sol popülist iddianın sunduğu gibi öznelliğimize dışsal tahakküm ve sömürü sistemleri olarak görmüyoruz.

5. Milliyetçilik, kendinden olmayanlarla birarada barış içinde varolma adabı ve bilgisi olarak medeniyet fikrini kategorik olarak inkar eder. Asimilasyoncu ve şovenisttir. Ulus fikrine içkin ulusal egemenlik iddiasını kültürelci ve ırkçı terimlere tercüme ederek, Ötekini, bizden çalan ve eksilten bir tehdit olarak kurar. Ötekiyle ilişkisinin en medeni biçimi ayrımcılığı sistemleştiren bir azınlık kategorisi üzerinden verdiği ikinci sınıf bir tanımadır. Müteşekkir varoluş bilincine dayalı anti-oligarşik ulusal-demokratik iddia milliyetçi gayrimedeniliğe bir itirazdır. Müteşekkir varoluş bilinci; haddini hududunu bilmeyi, kendini dünyanın merkezinde görmemeyi, aleme nizam vermekle yükümlü bir seçilmişlik iddiasından uzak durmayı gerektirir. Müteşekkir Türk Yurtseverliğinin Türk milleti milletlerden bir millettir, “her millet gibi büyük Türk milleti”dir (Nazım Hikmet).

1 Yorum

    “Müteşekkir olma durumu” hariç her satırını beğendim. ” DOĞA KİTABINI İYİ OKUYAMAYAN DUA KİTABINA SARILIR…” Dili bana biraz uzak olsa da; gayet çarpıcı tespitler var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir