MİLLETÇİLİK
Yurtseverce’nin ilham kaynaklarından büyük usta Hikmet Kıvılcımlı’nın hakkı verilememiş (bizce bizzat kendisinin de mantıksal sonuçlarına götüremediği) Tarih Tezi’nin ulus meselesinde nasıl bir radikal açılım sağlayabileceğine dair son derece önemli bir metni dikkatlerinize sunuyoruz. 27 Mayıs ve Yön Hareketi’nin Sınıfsal Eleştirisi başlıklı kitapta yer alan metinde Kıvılcımlı ne Devletçi ne de Milliyetçi olmayan ve kendisinin Milletçilik adını verdiği radikal bir ulusal siyasi akımı tarif ediyor.
DEVLETÇİLİK YERİNE: MİLLETÇİLİK
“Yön” gençlerini Kadroculuk lekesiyle damgalamak, en istenilmeyecek şeydir. Ama onların kendileri, “Devletçilik” illüzyonunu kadroculukla paylaşmak eğiliminde görünüyorlar.
“Yön” gençleri görünmek istedikleri gibi iseler, biz kendilerine Devletçiliği değil, Milletçiliği layık görürüz. Başka dillerde “Etatizm: Devletçilik” terimi var. “Nasyonalizm: Milliyetçilik” terimi de var. “Milletçilik: Nationisme” deyimini hatırlamıyoruz. Ama Türkiye’de böyle bir deyim gereklidir. Milletçilik vardır.
Milletçilik: Türkiye’nin uzak Tarihinden gelip, şimdiki gerçek yapısını etkilemiş bir eğilimin en az yanlış karşılığıdır.
UZAK TARİHİMİZİN GELENEĞİ
Uzak Tarihimizden gelen Milletçilik geleneği Osmanlılıktan kalmadır. Kayı Boyu, Orta Asya’nın ilkel Komünizminden aktardığı sosyal geleneklerini Miri Toprak biçimine sokmuş ve Osmanlı Saltanatının sonuna dek sürdürmüştür.
Bu sosyal gelenek ve göreneğimiz Türk köyünde imece veya Bektaşilik biçiminde yaşıyor. Devlet Sınıflarımızdan Silahlı ve Aydın gençliğimiz, özellikle ilk Türk İlb’lerinin toplum uğruna fedakâr ülkücülüğünü ayakta tutmuştur ve tutuyor.
Bugün, Türkiye’nin insanlık ölçüsünde orijinal (kişiliği kendi tekelinde) sayılacak başlıca iki sosyal düşünce ve davranış karakteri ve ünü vardır :
- Genç Türkler: Her milletin devrimci gençleri yetişir. Hiç birisinin devrimci gençleri dünyada kendi milletinin adı ile anılmaz. Hangi milletten olursa olsun, Devrim Savaşına atılan gençlere Genç Türkler deniyor.
- Kurtuluş Savaşçılığı: Her millet, hele geri ülkelerde Emperyalizme karşı savaştı. Kimileri bizden çok önce savaştı. Ama Türk silahlı ve aydın gençleri, “Genç Türk” geleneği ile savaşarak, ilk büyük antiemperyalist zaferi kazandı. Bunda, Uzak Tarihimizin İlkel Komuna gelenek ve göreneklerinden kalmış Genç Türkler düşünce ve davranışının özü rol oynamıştır. Onun için, antiemperyalist savaşlarda Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı anılır.
YAKIN TARİHİMİZİN GELENEĞİ
Gerek Genç Türkler, gerek muzaffer Kurtuluş Savaşı gibi özel olaylarımız, “Devletçilik” kadar ikiyüzlü ve kabuklaşmış bir kavrama sığdırılamaz. Çok derin ve sosyal anlamlı Milletçilik eğilimi, bir milletin yüzlerce ve binlerce yıllık doğuş ve yaşayışından doğar. Devlet ise, milletçe her zaman yok edilebilen gelgeç bir biçimdir. Her milletin tarihinde birçok Devlet gelir geçer. Ama, bir devletin tarihinde birçok milletlerin gelip geçtiği işitilmemiştir.
Yakın Tarihimizden gelen Gerçeklik, Uzak tarihimizden gelmiş Sosyal gelenek ve göreneklerimizin kaçınılmaz ürünüdür. Bu gerçeklik, Cumhuriyeti kuran Ordu-Gençlik ülkücülüğünün olumlu yanıdır.
Cumhuriyetin daha ilk gününden beri Devlet Sınıfları’nın, iktidarı sağlama bağlar bağlamaz, kaydığı “vur patlasın, çal oynasın” eğilimini eski denemeler sınamıştı. Türkiye’nin 7 bin yıllık Tefeci-Bezirgan Hacıağa efendiliği ile 70 yılı aşkın Finans-Kapital Beyefendiliği, Devlet Sınıflarının o rahatlık özlemine “Safa Pezevenkliği” adını vermişti. O “Safa pezevenkliği”ni en yağlı kaypaklıklar iniş yüzüne (sathı mailine) oturtmak için, kaleyi içinden fethetme şeytanlığını başarı ile uygulamaya girişti.
Devlet Sınıfları, daha dün, önden Yunan maskeli Emperyalizmin saldırısını, arkadan Sultan maskeli Tefeci-bezirganlığın hançerini unutamayacak kertede hafızasına sahipti. Elbet bir Bilimcil Sosyalizm metodu ile, Zaferi göklere çıkarıp kahramanları Tanrılaştırmanın Tarihcil anlamını aydınlatması beklenemezdi.
Ama yakın denemesiyle, Lozan’da: “Bir gün para istemeye geleceksiniz. O zaman Milli Kurtuluş Savaşı ile tükürdüklerinizi size bir bir gösterip yalatacağız” diyen Lord Curzon’un sözü yenilir, yutulur değildi. O acıyla, yukarıdan Finans-Kapitalin, aşağıdan Tefeci-Bezirganlığın sinsice baskılarına bakarak, Politika ve Ekonomide direnmezse hemen silinip süpürüleceğini sezdi.
“Musul Davası” üzerine patlayan Şeyh Sait İsyanı, Şirketler konusunda, Komprador burjuvaziye dokunur dokunmaz birbirini kovalayan “Gaazi‘ye suikast”ler, Osmanlı Borçları sıkıştırır sıkıştırmaz verilen “Serbest Fırka” tavizi ile birlikte sıçrayan “Menemen Hadisesi” ve benzerleri… ortadaydı. 27 Mayıs Devrimi’nden sonraki yağlı iniş yüzünden Ordunun ve Tabii Senatörlerin ve Anayasanın başına gelenler, daha Önce “Milli Mücadele” kahramanlarını kovalıyordu.
Bu politik “Sinir Savaşı” altında hangi ekonomik ve sosyal nedenlerin yattığı duruca konulmasa bile, birşeyler sezinlenmişti. Yeryüzünde Türkiye’ye ilk Modern Büyük Sanayi yardımını, faizsiz, hele “komisyonsuz”, mal karşılığı, eliyle getirip kuran Proletarya Devrimi, Nazilli, Menemen Kombinalarını armağan etmişti. Devlet Sanayii ve Yabancı Şirketleri Devletleştirme yapılmazsa, Finans-Kapital yuvalarına sinmiş Tefeci-Bezirgan suikastçılarının ve aylıklı askerlerinin nötralize edilemeyeceği gün ışığına çıkmıştı.
Böylece eski, yeni, antika, modern Devletçiliğimiz kaynaşarak altı oktan biri oldu. Türkiye’de Devletçilik denilen olay, böyle bir “Devlet Sınıfları”nın, kendi kendilerini savunma içgüdülerinden fışkırdı. Dolayısı ile Birinci Milli Kurtuluş Savaşı‘nın Komprador burjuvaziyi temizleme misyonunu yerine getiren Anti emperyalist ve Antifeodal bir Milletçi Ekonomi tabanı yarattı.
DEVLETÇİLİKLE MİLLETÇİLİĞİ AYIRMA
Ancak, bu Milletçi Devlet işletmelerinin gerçekten Sosyal güç kazanması, başka, gizli servislerde kalıplanıp şartlanmış Kadroculuğun, terbiyeli maymun içgüdüsü: Bir işaretle konuşup bir işaretle sustuğu Devletçilik bambaşka şeydir.
Nitekim, meddahlığı, hatta parsalı köçekliği yapılan Cumhuriyetin Modern “Devletçiliği“, o zamanki Proleter Sosyalizminin önceden gördüğü yoldan ve tıpkı Saltanatın Antika “Devletçiliği” gibi, çarçabuk “Kapitalist Fideliği” oldu. Ve bu fidelikten, bugünkü korkunç: (Finans-Kapital + Tefeci-Bezirgan) ittifakı kaynak aldı.
İkinci Emperyalist Evren Savaşından sonra, Milletçi bir savunma olanağı henüz bir türlü giderilememiş bulunan Devlet Sanayii, egemen sınıflarca bir numaralı düşman sayıldı. D.P.’nin Amerikan uzmanlarınca kotarılmış “Hürriyet ve Demokrasi” bayrağında yazılmış en önemli parola: Milli Kurtuluş geleneğinin son kalıntısı olan Devlet Sanayiini “Özel Sektör”e aktarmaktı.
Oysa “Devlet Sektörü” doğmuştu, “boğmaya gelmez”di. Yarım milyona yakın Devlet İşçisi ve Devlet Hizmetlisi o sektörden geçiniyor; tümüyle Vahşi Kapital o sektörün dehlizlerinde yaşıyordu; ve Finans-Kapitalin kendisi de Devletçiliğimizin kaymağını, Devlet Sınıflarımızla kırışarak gününü gün ediyordu. Sıkıştırma ve eritme birikince 27 Mayıs patladı.
DEVLETÇİLİKTEN MİLLETÇİLİĞE GEÇİŞ GEREĞİ
İşte “Yönizm” burada sahneye çıkıyor. “Devletçilik” terimini kullanıyor. Herkesten yeni terim icadı beklenemez. “Milletçilik” mi demeli, “Devletçilik” mi gibi sözcük tartışması, özde anlaşılırsa değmeyebilir. Türkiye’de Devlet Sektörü denilen, Milletin dişinden, tırnağından arttırılmış değerlerle kurulu bir ekonomi tabanının, Finans-Kapital mihrabında kurban edilmesine karşı, Tefeci-Bezirgan örümcek yuvalarında çarçur edilmesine karşı savaşmak gerekir mi?
Bunu tartışmak bile gülünç olur. Ama bu savaşta savunma çağı çoktan geçmiştir. Uzak ve Yakın tarihimizin son ekonomik sosyal kalıntısının ölüm dirim savaşında müdafaadan Taarruza geçilmelidir. Bu da Milletin malını Millete vermekle: “Devletçilikle” soysuzlaştırılıp aşındırılmış olan Millet ve Kamu Sektörünü Milletçi yapmakla gerçekleşir.
Bu nasıl yapılacak? Elbet ilkin konunun kendisini aydınlığa ve bilince çıkarmakla olur. Bu aydınlık kimlerin bilincine çıkarılacak? Bütün Milletin. Ama, Millet içinde elbet Devlet Sınıfları gibi, İşçi Sınıfı ve Köylü-Esnaf-Aydın küçük burjuva yığınları da vardır. Bunların hepsine dayanmakla birlikte, ağırlık merkezi olan “zinciri sürükleyecek halka” hangisidir?
Türkiye’deki Demokratik savaşın stratejisi ve taktiği, önce Özgüçlerin seçilmesi ve tutulması, yani bilince ve örgüte kavuşturulmasıdır. Yönizm: 1) Kimlere, 2) Hangi şeyi, 3) Nasıl veriyor? Kısaca özetleyelim:
Kime: 1) Yönizm , “Aydınlar” dediği Kapıkulları‘nı özgüç sayıyor. “Bildiri“sinin altına topladığı imzalardan belli. Elbet, Devlet Sektörü Özel Sektör eline geçerse, bir kapitalist alıcının D.P.’ye söylediği gibi: bedava verseler, Devlet işletmelerindeki 4 kişiden 3’ünü kapı dışarı edecektir. Kapıkullarının işsiz ve aç kalmaktansa, Devlet Sektörünü savunacakları kendiliğinden anlaşılır.
Nasıl: 2) Diyelim ki Yönizm İşçi-Köylü güçlerini başkalarına bırakıyor. O Kapıkulu “uzmanı”dır. Kapıkuluna durumu nasıl benimsetecek? Aynı zamanda hem Bilinç, hem Örgüt salık vermekle. Yönizm aylar, yıllardır bir ciddi örgüt teklifinde bulunmadı. Küçük burjuva ikirciklilikleriyle: İşçi Partisi mi desek, Çalışma Partisi mi kursak, diye hangi yoncayı yiyeceğini kestiremedi.
Hangi: 3) Diyelim ki Yönizm, “Elimden bu kadarı gelir” diyerek, yalnız Kapıkuluna, yalnız Bilinç verme görevini üstüne alıyor. Hangi “bilinci” veriyor? Burada Yönizm, sırf “Devletçilik” denilen kolay, ısmarlama, içten pazarlıklı Kadroculuk illüzyon – atraksiyonunu ciddiye alırsa, doğru olur mu?
Yönizm, Kadroculuğu sözle reddetti, iş’de ise, Kadrocu Devletçilikten Tarih Kefen soyuculuğuna “terfi” edenleri, kasıla kasıla gençliğe örnek gibi sundu. Ve “Devletçiliğin” yanına bir “Emekten yana” sözcüğü katılınca herşeyin yoluna giriverdiğini sandı.
1 Yorum