Büyük İhanet: Arap ve Müslüman Liderler Trump’ın Gazze Planına Neden Destek Oluyor?

Tahmini Okunma Süresi: 8 dakika

Tarihin tam da bu noktasında, dünya kamuoyu kesin olarak İsrail aleyhine dönmüş ve daha önce hiç olmadığı kadar çok ülke Filistin devletini tanımışken, Arap ve Müslüman liderler, İsrail’in intikamının yıkıntılarının içinden yaşayabilir bir devletin asla ortaya çıkmamasını garanti eden bir plana imza attılar. Bölgesel devletler, Gazze’deki etnik temizliği ve İsrail işgalini durdurduklarını, aynı zamanda da BM varlığını Gazze’ye geri getirdiklerini iddia edebilirler. Fakat tüm ipler Netanyahu’nun elinde.

Çeviren: Yersu Büyükdağ
Redakte eden: İlker Cörüt

Bu makale Middle East Eye’de 1 Ekim 2025 tarihinde yayımlanmıştır.*

Arap ve Müslüman liderler, 29 Eylül Pazartesi günü Trump tarafından açıklanan plana destek çıkmaları için kandırıldıklarını söyleyebilirler.

Washington’da açıklanan plan, New York’takinden epey farklı. Fakat bu, üzerine anlaştıkları şeyin pek anlayışlı bir okuması olabilir sadece.

İhanet ise bu durumu tanımlamak için akla gelen bir başka kelime.

Bir soykırım şeklini alan bir ihanet tüm hızıyla sürüyor — ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bunu sürdürmesi için Trump’tan yeşil ışık almış durumda.

Katarlı yetkililer, arabulucu rolünün ellerinden alınması ve Trump’ın Gazze planı duyurusunu erkene alması nedeniyle öfkeli. Keza Mısırlılar da Filistin Ulusal Yönetimi’nin rolünün azaltılması ve İsrail güçlerinin sürekli biçimde Refah’ta ve Sina sınırında kalacak olmasından ötürü bu öfkeyi paylaşıyor.

Buna rağmen, iki ülke de Gazze planı ilanının arkasında ve geri çekilmeye yönelik ne bir eylemleri var ne de söylemleri.

Her halükarda, bu anlaşmaya arka çıkan sekiz bölgesel devletin her biri, İsrail-Filistin arasındaki çatışmalar tarihindeki en yıkıcı askeri saldırılara iki yıl boyunca katlanmış olan Gazze halkına acı ve karanlık bir ödül sunuyor.

Filistinliler için ufukta sadece farklı şekillere bürünmüş işgal ve abluka var, gelecek onlara herhangi bir umut vaat etmiyor.

Tarihin tam da bu noktasında, dünya kamuoyu kesin olarak İsrail aleyhine dönmüş ve daha önce hiç olmadığı kadar çok ülke Filistin devletini tanımışken, Arap ve Müslüman liderler, İsrail’in intikamının yıkıntılarının içinden yaşayabilir bir devletin asla ortaya çıkmamasını garanti eden bir plana imza attılar.

Bölgesel devletler, Gazze’deki etnik temizliği ve İsrail işgalini durdurduklarını, aynı zamanda da BM varlığını Gazze’ye geri getirdiklerini iddia edebilirler. Fakat tüm ipler Netanyahu’nun elinde.

Hiçbir Söz Hakkı ve Rolleri Yok

Bu devletlerin etnik temizliği ve soykırımı durdurduklarını garanti eden bir şey yok. Yapılan anlaşmaya göre İsrail güçleri Gazze Şeridini terk etmeyecek. Gazze’nin ne zaman ve ne kadarının İsrail güçlerinden alınıp anlaşma dahilinde kurulması planlanan Uluslararası İstikrar Gücü’ne (International Stabilisation Force, ISF) verileceğine Netanyahu karar verecek.

Netanyahu bölgeye ne kadar yardımın ve yapı malzemesinin gönderileceği konusunda da oldukça özgür. Yani bir geri çekilmenin ne zaman gerçekleşeceğine dair ortada bir takvim falan yok.

Ama bu savaş sonrası planın, herhangi bir Filistin liderliği altında yeniden ortaya çıkacak bir Gazze’yi daha doğmadan boğacağı kesin gibi görünüyor.
Gazze’nin yeniden kurulması sürecinde herhangi bir Filistin liderliğinin rol sahibi olmadığı apaçık. Gazze, bu anlaşmayla beraber Batı Şeria’dan tamamen koparılmış ve ikisini birleştirmeyi hedefleyen her düşünce bir kenara atılmış durumda.

Filistin Ulusal Yönetimi, Hamas’a veya diğer gruplara kıyasla daha iyi durumda değil. Zaten silahsızlandırılmış olan Filistin Ulusal Yönetimi’nin sağlaması gereken başka koşullar var.

Netanyahu’nun ortak basın açıklamasındaki ifadelerine göre Filistin Ulusal Yönetimi Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanında İsrail’e karşı açtığı davaları geri çekmeli, ölen askerlerin ailelerine para vermeyi kesmeli, okul müfredatını değiştirmeli ve medyayı kontrol altına almalı; ancak ve ancak bu koşullar sağlanırsa İsrail bazı şeyleri belki gözden geçirebilir.

Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Mısır, Endonezya ve Pakistan’ın liderlerinden, başbakanlarından veya dışişleri bakanından hiçbiri bu planı kabul etmeden önce Filistinlilere danışmadı.
Filistinliler, Gazze’de kendilerine dayatılmak üzere olan yönetimde hiçbir rol alamayacakları gibi, savaş sonrası planının hazırlanmasında da söz sahibi olamadılar.
Bu ülkeler şimdi Hamas’ı, İsrail tanklarının, insansız hava araçlarının ve robotlarının savaş alanında başaramadığı teslim şartlarını kabul etmeye zorlamakla görevlendirildi. Bunu ancak büyük bir utanç duygusuyla yapabilirler.

Arap Karşı-Planı

Bu sırada Arap karşı-planı neredeydi? Öyle bir şey hiçbir zaman var olmadı. İsrail’in genişleyen sınırlarına karşı çıkma kararlılığı neredeydi? O kararlılık da görünürde vardı sadece.

Planın taslağıyla son açıklamadaki hali arasındaki farklar; rehinelerin İsrail’e geri verilmesi için tanımlanan süreyi, yardım dağıtımını, serbest bırakılacak olan Filistinli rehinelerin sayısını, uluslararası istikrar gücünü ve İsrail güçlerinin geri çekileceği hatları kapsıyor.

BM’de üzerinde uzlaşılan taslaktan Beyaz Saray’daki açıklamaya kadar geçen süreçte bu meselelerin her birinde İsrail’in kontrolü daha da sıkılaşırken, verdiği taahhütler ise azalmıştır.

İsrail’in günde 600 yardım kamyonunun bölgeye girişine izin vermesi hakkındaki taahhüdü yerini ne tür ekipmanların girişine izin verileceği belirtilmeden “tam yardım” ifadesine bırakırken, Gazze’den tamamen geri çekilme taahhüdü ise birdenbire “silahsızlanma ve güvenlik sınırlarının korunması şartlarına bağlı” bir geri çekilmeye dönüştü. Bunlar örneklerden en kritik olan birkaç tanesi.

Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Mısır ve Endonezya yetkililerinin de katıldığı ortak açıklama; Trump ve Witkoff’un New York’ta üzerine anlaştıkları ilk taslağı referans alıyordu.

Witkoff, Trump’ın damadı Jared Kushner ile birlikte bu planı Netanyahu’ya iletti. Otel odalarında geçen saatler sonrasında metni hep birlikte kökten değiştirdiler. The Times of Israel, bu değişikliklerden “düzenlemeler” diye bahsetti.

Katarlı yetkililer bu düzenlemelere öyle sinirlendiler ki Trump’ın basın açıklamasını erteletmeye çalıştılar, ama bütün çabaları boşa gitti. Buna rağmen, Trump ve Witkoff’un yaptıklarına pek de şaşırmış olamazlar.

Bu iki adam, sözlerini sürekli ve utanmazca çiğneyen kişilerdir. Kamuoyuna açıkça taahhüt ettikleri pozisyonları terk etme konusunda sabıkalılar.

Hayati Değişiklikler

En kötü örnek, bu bölgesel aktörlerin Netanyahu’nun kolayca yırtıp atmasına izin verdikleri Ocak ayında Hamas ile yapılan ateşkes anlaşmasıydı, fakat birçok örnek daha var. Bir başka örnek, Witkoff’un Umman’da İran heyetiyle yapmaya hazırlandığı görüşmelerdi — tam da o sırada İsrail savaş uçakları ve ABD’nin B2 bombardıman uçakları İran’ın nükleer tesislerine saldırdı.

Bu, Trump’ın alenen zevk alarak sergilediği bir aldatmacaydı.

Peki sonuç ne oldu? Mısır, Refah’ta ve Gazze’yi Sina’dan ayıran Philadelphi Koridorunda İsrail’in kalıcı varlığını kabul etmiş oldu. İsrail her iki bölgenin de kontrolünü elinde tutmak konusundaki kararlılığını sürdürüyor.

Katar yeniden arabulucu rolüne dönmüş durumda; her ne kadar İsrail’in bu anlaşmadan Katar’ı dışlama yönündeki açık çabaları ülkenin gelecekteki diplomatik değerini ciddi biçimde sorgulanır hale getirse de.

Netanyahu’nun özrü, Doha’nın ağırladığı Hamas heyetine yapılan saldırı için Katar’dan özür dilememesi sebebiyle eksik kalmıştı. Öte yandan Netanyahu, rehinelerin serbest bırakılmasından çok sonra dahi askeri birliklerin Gazze’den çekilmesine dair ona tam kontrol veren bir anlaşmaya sahip oldu.

Hamas için hayati öneme sahip başlıca konular — rehineler serbest bırakılmadan önce İsrail’in tamamen çekilmesi, savaşın sona ermesi ve Hamas’ın silahlarını koruma kırmızı çizgisi — ilk taslak ile son taslak arasında önemli değişikliklere uğramıştır.
İlk taslakta “İsrail güçleri, ABD özel temsilcisi Steve Witkoff’un rehinelerin serbest bırakılması için hazırlık yapmak üzere önerisinin sunulmasından itibaren savaş hattına geri çekilecek” ifadesi yer alıyordu. Witkoff’un bir sürü önerisi olduğu için bu ifadede hangisinden bahsedildiği pek belli değil.

En son açıklamada ise sadece “İsrail güçleri, kararlaştırılmış hatta kadar çekilecek” ifadesi yer alıyor.

Bu ifade de askerlerin geri çekilmesinden sonra bile Gazze’nin büyük çoğunluğunun kontrolünü İsrail güçlerine bırakacak olan haritaya atıfta bulunuyor gibi görünüyor.

The Times Of Israel ’in de belirttiği gibi, orijinal anlaşmanın 16. Maddesi İsrail güçlerinin “işgal ettiği Gazze bölgesini kademeli olarak teslim edeceğini” söylüyordu.

Bu maddeye şimdi “İsrail Savunma Kuvvetleri (Israel Defense Forces, IDF); IDF, ISF, garantörler ve ABD arasında üzerinde anlaşmaya varılacak silahsızlanma standartları, aşamaları ve zaman çizelgelerine bağlı olarak çekilecektir” şerhi düşüldü.

Netanyahu’nun ağzı neden kulaklarına varıyordu tahmin etmek zor değil, İsrail televizyon kanallarında niçin şu sözleri sarf ettiğini de: “Bunu kim inanırdı ki? İnsanlar sürekli diyor ki, Hamas’ın şartlarını kabul etmelisiniz, herkesi çıkarmalısınız. IDF çekilmeli, Hamas toparlanmalı ve şeridi yeniden inşa edebilmeli. Asla! Bu olmayacak.”

Kendisine Filistin Devleti’nin varlığı hakkındaki fikri sorulduğunda, “Söz konusu bile olamaz. Anlaşmada öyle bir şey yazmıyor, fakat bu konu hakkında net olduğumuz bir şey var: Filistin Devleti’ne kesinlikle karşı çıkacağız. Trump da bu konuda benim gibi düşündüğünü ve durumu anladığını söyledi” cevabını verdi.

Burada doğruyu söylüyor.

20 maddeden sonuncusu sadece şunu söylemekle iktifa ediyor: “Birleşik Devletler, Filistinliler ve İsrail arasında huzurlu ve refah dolu bir ortak yaşam amacıyla siyasi bir hedef üzerinde anlaşmaları için diyalog kuracak”.

19. madde ise devletleşme için belli belirsiz bir onay veriyor. Özerkliği ve devletleşmeyi Filistin halkının “arzusu” olarak tanıyor, bir hak olarak değil. Fakat bu arzu bile “Gazze’deki yeniden gelişimin ilerleyişine ve Filistin Ulusal Yönetimi reformunun sadakatle yerine getirilmesine” bağlı.

Bu sürecin hakemi kim? Tabii ki İsrail.

Witkoff ve Kushner’ın kalem oynatmasına bile gerek bırakmayan bir durumdan bahsediyoruz. Uzun süredir Filistin ulusal davasını savunduklarını iddia eden Arap ve Müslüman liderlerin ihaneti çoktan tamamlanmıştı.

Zira bu planda özerkliğe ve Filistinlilerin vazgeçilemez olan kendi devletlerine sahip olma hakkına dair hiçbir şey yok. Nehirden denize uzanacak bir İsrail devleti dışında kalan her şeye Trump’ın kulakları tıkalı; Filistinliler onun nazarında sadece göçmen işçiler olarak var.

İhanet Tamamlandı

Trump, basın toplantısının bir bölümünü, ilk görev döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak ve işgal altındaki Golan Tepeleri’ni ilhak gibi konularda aldığı kararlarla bölgesel görüşlere nasıl karşı çıktığını anlatmaya ayırdı.

“İşin aslını isterseniz, sonuç mükemmel oldu. Herkes dünyanın sonunu getireceğimi düşünüyordu değil mi? Dünyanın sonu diyorlar Ron! Hiçbir şey olmadı.”

İsrail’in Arap komşularını gerçekten de hor görüyor. Gazze tarihiyle ilgili açıklamaları öyle çarpıtılmış ki, nereden baksan elinde kalıyor.

Trump’a göre, dönemin İsrail Başbakanı Ariel Sharon, 2005 yılında barış arayışıyla deniz manzaralı muhteşem bir mülk olan Gazze Şeridinden çekildi.

“ ‘Şu anda istediğimiz tek şey barış’ dediler. Oysa Hamas, Filistinlilere daha iyi bir hayat kurmak yerine kaynaklarını 645 kilometreyi aşan tüneller, terör altyapıları ve füze üretim tesisleri inşa etmeye ayırdı; komuta merkezlerini ve fırlatma mevziilerini hastanelerle, okullarla ve camilerle gizledi. Peşlerine düşecek olsaydınız eğer, bir hastaneyi, okulu veya camiyi yerle bir ettiğinizin farkına varmazdınız bile.”

Hamas’ın Mahmud Abbas yönetimi altında yapılan tek seçimi kazandığı, El-Fetih’in İsrail yardımıyla önleyici nitelikte bir darbe girişiminde bulunup başarısız olduğu ve 17 yıllık acımasız ablukanın başladığı bir dönemle ilgili Trump’ın kafasında yer edenler salt bu tip şeylerdi.

Trump, son iki yılda Gazze’deki hastanelerin, okulların ve camilerin tamamının yok edilmesini, bunun savaş suçu olduğunu ve soykırıma eşdeğer olduğunu görmezden gelerek haklı göstermeye çalışıyor.
Ama durum bundan da kötü.

Blair’in Başarısızlığı

Tony Blair, ki kendisi Lübnan’daki Sabra ve Şatila kamplarında Filistinlileri katleden silahlı milislerin önünü açan tankların komutanı olan eski general Şaron’un cenazesinde yaptığı konuşmada onu “barış adamı” olarak tanımlamıştı, şimdi yeniden Gazze’ye musallat oldu.

Ramallah dışında hiç kimse, Hamas’ı ulusal birlik hükümetinden uzak tutmada Blair kadar büyük bir rol oynamadı. Oysa bu hükümet, çatışmasızlığın sağlanması için onlarca yıl boyunca tek yoldu.

Blair 2006 yılında, Orta Doğu temsilcisi olmadan bir yıl önce, özgürce kazanılmış seçimlerin sonucunu reddederek, Hamas’ı boykot ederek ve kalıcı abluka için uluslararası desteğin zeminini oluşturarak o dönemin ABD Başkanı George Bush’tan yana durdu. Orta Doğu Dörtlüsü’nün koşulları Hamas’ın dışlanmasını sağladı.
Blair, şimdi de Gazze planı doğrultusunda kurulacak olan “Barış Kurulu” üyesi olarak geri dönüyor.

2010 yılında Blair’in temsilci olarak görevi sona erdiğinde İsrailli revizyonist tarihçi Avi Shlaim Birleşik Krallık eski Başbakanı hakkında şunları yazacaktı: “Filistin bağımsızlığını savunmaması, onu İsrail yönetiminin gözünde sevimli kılan şeyin ta kendisiydi”.

Geçen yılın Şubat ayında Gazze’de Filistinliler hala ölülerinin yasını tutarken, Blair Tel Aviv Üniversitesi’nden “liderlik alanında çağımızın seçkin ismi” sıfatıyla Dan David ödülü alıyordu.

Ödül gerekçesinde Blair “olağanüstü zekâsı ve öngörüsü, sergilediği ahlaki cesaret ve liderlik” nedeniyle övüldü. Aldığı ödül 1 milyon dolar değerinde. Alaycı görünüyor olabilirim ama, İsrail’in Filistin halkına karşı devam eden suçlarını ve Blair’in sessiz suç ortaklığını dikkate aldığımda bu ödülü saçma bulmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

Bu övgü dolu sözler bugün de Blair’e cuk oturuyor.

Filistinliler Bir Başına

Hamas’ın seçenekleri pek de iç açıcı değil.

Önlerindeki anlaşma, Hizbullah’ın kabul ettiğinden çok daha kötü — üstelik o anlaşma bile İsrail tarafından her gün ihlal ediliyor.

Hamas rehineleri serbest bıraksa dahi savaşın biteceğine dair bir garanti olmadığı gibi Filistinli tutsakların serbest bırakılmasını güvenceye alacak herhangi bir koz da elinde kalmamış olacak. Teklifi reddettikleri takdirde savaş Trump’ın tam desteğiyle devam edecek.

Suudi Arabistan, BAE, Ürdün ve Mısır’ın tavırlarında şaşırılacak pek bir şey yok.

Ancak Türkiye ve Katar da bu işin içinde. Hep beraber bu kadar kötü ve tek taraflı bir plana adlarını yazdırarak Filistinlilere ihanet ettiler.

Defalarca ABD’nin vaatlerine ve Trump’la olan ticari ilişkilerine güvenirken dikkatli davranmaları gerektiği söylenmesine rağmen defalarca piyon olarak kullanıldılar.

Hamas saldırısından bir gün önceye, Suudi Arabistan’ın İsrail’le olan ilişkisini normalleştirmek üzere olduğu 6 Ekim’e geri dönmenin tehlikeleri konusunda uyarıda bulunanlar kendileriydi.

İki yıllık bir soykırımın ardından, 6 Ekim 2023’teki durumdan çok daha kötü bir çözüm önerisiyle karşı karşıya kaldık.
İsrail’e, doğrudan ya da Blair gibi vekiller yoluyla Gazze’de kalmak için yeşil ışık yandı.

Birliklerini tamamen geri çekse bile sınırları kapatmaya ve bölgeye girecek yardımın ve yapı malzemelerinin niteliklerini kontrol etmeye devam edecek.

Mescid-i Aksa’yı istila etmesi ve Batı Şeria’da yerleşim yerleri kurması için de İsrail’e yeşil ışık yandı.

Bu, Oslo Anlaşmaları’nda denenen formülün çok daha güçlendirilmiş halidir.

Filistinlilerin ancak İsrail’in dileklerine hizmet ettikleri, yerleşimcilerin ele geçirmediği arazilerde bir köşeye sindikleri ve bağımsız bir devlet için tüm hayallerinden vazgeçtikleri takdirde İsrail’le barış içinde yaşamaya izinleri var.

“Radikalleşmeden arındırma” dedikleri şey işte bu: Filistinlilerin kendi ulusal bayraklarını indirmesi, yerleşimcilerin ise onların eski evleri ve toprakları üzerinde Davud Yıldızı’nı dalgalandırması.

Nerede olurlarsa olsunlar, Filistinliler hiçbir zaman bu kadar yalnız olmamışlardı.

Arap ve Müslüman liderlerin, televizyon ekranlarından izledikleri Filistinlilerin cesaretine ve azmine yanıtı korku, ödleklik ve bencillikleri oldu.

(*) https://www.middleeasteye.net/opinion/trump-gaza-plan-great-betrayal-arab-muslim-leaders-rewarding-israel-genocide

Süper Sömürü Kavramının Önerileri ve Sınırları: Küçük Adam, Hayalgücü ve Siyasal Öznellik

Kapitalist toplumsal dengeyi istikrarsızlaştırmak, emekçi sınıfın haddini aşmaya yönelmesi, haddini aşmaya yönelmesi ise kendisine hak görülen ile kendisinin hak gördüğü arasındaki mesafeyi bir kopuşa doğru büyütmek, söz konusu mesafeyi bir kopuşa doğru büyütme siyaseti ise…

Süper Sömürü Kavramının Önerileri ve Sınırları: Küçük Adam, Hayalgücü ve Siyasal Öznellik

  Bu yazıda süper sömürü kavramı üzerinden, kavramın olanakları ve sınırlarına dair bir tartışma ile benim “küçük adam”, “küçük adamın geçim etiği”[i] olarak tanımladığım sağ siyasal öznelliğin kurulumuna dair bazı önermelerde bulunacağım. Süper sömürü, Brezilyalı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.