Ulus, Sorumluluk, Eşitlik ve Hafıza

Tahmini Okunma Süresi: 5 dakika

Ben bildim bileli, 70’li yıllardan bugüne devlet kurumlarının hemen her yerinde yolsuzluklar olur. Milletin bu yolsuzluklar ve hırsızlıklar karşısında verdiği tepki oldukça şaşırtıcıdır. Sanki o çalınan para kendisinin ödediği vergilerden çalınmamış gibi, sanki kendisiyle hiç ilgisi yokmuş gibi tepki verir. Şöyle der örneğin; “İlk defa mı oluyor arkadaş, bal tutan parmağını yalıyor”, “Adamlar çalıyor ama çalışıyorlar”, “Yeni geleceklerin çalmayacağının garantisi mi var”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” Bu cümleler çok çeşitlenerek devam eder. Halkla devlet kurumları arasında böyle bir garip durum söz konusudur. Vatandaş o kadar yücelttiği devletinin tarumar edilmesine kolay kolay ses çıkarmaz.Esas soru şu, Cumhuriyet bir ulus meydana getirebildi mi, oluşturabildi mi? Memlekette bu kadar “Milliyetçi, Ulusalcı” söylem ve iddia var ama ortada bu anlamda bir ulus mevcut mu? Biraz bunu irdelemek istiyorum.

Şu anda ülke bir ekonomik krizin içinde ve görülüyor ki bu kriz 2022 yılı içinde daha da derinleşecek ve tahminler o ki önümüzde hem hiper enflasyon tehlikesi hem de resesyon tehlikesi var ve buna iktisatçılar stagflasyon diyorlar.

Ömrümde defalarca yaşadığım krizlerden birini daha göreceğim gibi ve galiba en kötüsü de bu krizle birlikte gelecek. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi yaşanan ekonomik krizden bu yana bütün krizlere baktığımda hepsinde esas sebebin ekonomik değil siyasi olduğunu görüyoruz. 24 Ocak 1980 kararlarından itibaren kendini tekrarlayan kısır bir döngü içerisinde ülke yuvarlanıp duruyor. Bu krizleri yaratan sebepler hep siyasi erkin yanlış politikaları, ülkede her dönem görülen yolsuzluk, iltimas, irtikâp ve her dönem işler ters gittiğinde demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması sonucu yara alan demokratik hayatımız.

Peki, bütün bu yıllar boyunca halkın tutumu ne olmuş? Benim özellikle üzerinde durmak istediğim ve irdelemeye çalışacağım konu bu olacak.

Ülkemizin 1946 yılından beri süren bir temsili demokrasi geleneği var. 2. Meşrutiyet ile başlarsak, yüz yılı aşkındır, kafası gözü kırıla kırıla da olsa süren bir demokrasi tarihimiz mevcut olmakla birlikte bu demokrasi geleneği içinde halkın genelinin hem demokrasiye sahip çıkmada hem de devleti sahiplenmekteki tutumu nedir? Adalet, Özgürlük, Eşitlik, Güvenlik, Eğitim, Sağlık ve Barınma vs. konularında talepleri nelerdir, hatta talepleri var mıdır? Aynı zamanda halk kendi üstüne düşen sorumlulukları yerine getirme konusunda gönüllü davranır mı?

Yukarıda saydığımız konular gibi bir sürü konu hakkında sayfalarca yazılar yazabiliriz. Birkaç örnek vererek devam edeyim;

Bu ülkede verginin çoğunluğu iki şekilde devlet tarafından tahsil edilir. Birincisi alım satım üzerinden dolaylı vergiler, ikincisi çalışanlar üzerinden kaynağından kesilen vergiler. Diğer vergiler ise ana matrah içinde önemli bir yekûn teşkil etmez, doğru dürüst tahsil edilemez ve devamlı şekilde af çıkarılır. Halk dolaylı vergilere çok ses çıkarmaz, her yıl kurbanlık koyun gibi yeni gelecek vergi ve harçları bekler ve çok da itiraz etmeden öder. Hâlbuki işin en tuhaf tarafı, gerek ithal mallarda gerekse yerli üretimde devlet koyduğu vergilerle malı üreten firmaların maliyetinden daha yüksek bir meblağı vatandaştan tahsil eder. Kaynağından kesilen vergilerde ise çalışanların birçoğu kendi maaşından ne kadar vergi kesildiğini bilmez, bunu merak etmez. Örneğin serbest meslek olarak icra edilen birçok meslek grubunun statü ve gelir olarak kendisinden çok yukarıda olmasına rağmen kendisinden daha az vergi ödemesine itiraz edemez, çünkü konuyla uzaktan yakından alakası yoktur.

Bir başka konu; vatandaşın devlet karşısında adalet talebi yoktur. Çok küçük bir azınlık dışında kimse haklar, özgürlükler konusunda adalet talep etmez, bunu dillendirmez. Emek dünyasındaki hak gasplarından, kadın, çocuk ve hayvan haklarına kadar birçok konuda duyarsızdır ve adalet talebini sadece kendisiyle sınırlı tutar.

Ben bildim bileli, 70’li yıllardan bugüne devlet kurumlarının hemen her yerinde yolsuzluklar olur. Milletin bu yolsuzluklar ve hırsızlıklar karşısında verdiği tepki oldukça şaşırtıcıdır. Sanki o çalınan para kendisinin ödediği vergilerden çalınmamış gibi, sanki kendisiyle hiç ilgisi yokmuş gibi tepki verir. Şöyle der örneğin; “İlk defa mı oluyor arkadaş, bal tutan parmağını yalıyor”, “Adamlar çalıyor ama çalışıyorlar”, “Yeni geleceklerin çalmayacağının garantisi mi var”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” Bu cümleler çok çeşitlenerek devam eder. Halkla devlet kurumları arasında böyle bir garip durum söz konusudur. Vatandaş o kadar yücelttiği devletinin tarumar edilmesine kolay kolay ses çıkarmaz.

İsterseniz başka bir iki örnek daha verelim. Bu toprakların her yerine bayrak asılır ve her yerde ezan okunur. Bizler Türk ve Müslüman olarak bu iki sembolümüze yapılan herhangi bir terbiyesizliğe hiç hoşgörülü bakmayız ama her yerinde bayrak asılı olan ve ezan okunan bu toprakların ekonomik ya da sosyal bakımdan geri kalmış parçalarında çalışmamak, askerlik yapmamak için her türlü torpili devreye sokarız. Gitsek bile geri dönmek için canla başla uğraşırız.

Ülkenin her yerinde yerli ve yabancı maden şirketleri, HES, JES, Termik Santral gibi işleri yapan müteahhitlik firmaları var ve bunların yaptıkları işler çevreye geri döndürülemeyecek zararlar vermekte, ülkenin birçok yerinde o bölgede yaşayan ve olabilecekleri gören vatandaşlar ve son derece kısıtlı bir çevreci aktivist buna tepki vermekte, vatanını çok sevdiğini söyleyen çok büyük bir çoğunluk ise buna herhangi bir tepki vermemekte, bu yağmaya sessiz kalmaktadır.

Son olarak şunu söyleyerek bu bahsi kapatayım, bu ülkenin futbolseverlerinin çoğunluğu milli futbol maçlarına milli formayı giymek yerine kendi tuttukları futbol kulüplerinin formalarıyla gitmeyi tercih ederler.

Buraya kadar vatandaşın ülkeye ve devlete karşı olan tutumunu örneklerle anlatmaya çalıştım. Bu işin bahsi diğeri, devletin vatandaşa, halka karşı tutumudur ki bu daha karmaşık ve çok daha detaylı anlatılması gereken bir konudur.

Esas soru şu, Cumhuriyet bir ulus meydana getirebildi mi, oluşturabildi mi? Memlekette bu kadar “Milliyetçi, Ulusalcı” söylem ve iddia var ama ortada bu anlamda bir ulus mevcut mu? Biraz bunu irdelemek istiyorum.

Ulus Nedir ve Türkiye’de bir Ulus var mı?

Yukarıda saydığımız örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklere baktığım zaman hepimizin dilinde pelesenk haline gelmiş olan, Vatan, Millet, Devlet, Bayrak gibi sözlerin sembolik olmaktan başka bir anlamı yok gibi görünüyor. Vatandaş devlete sahip çıkmıyor, devlete güvenmiyor. Onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Devlet vatandaşına güvenmiyor onu kendi varlığının devamı için kullanıyor. Bütün bunların üstüne vatandaş birbirine güvenmiyor ve birlikte hiçbir iş yapmak istemiyor. Peki, bütün bu hale rağmen popülist milliyetçi söylemler nasıl artıyor ve bu söylem neden karşılık buluyor? Hakikaten büyük bir açmaz.

Fransız bir Filozof ve din tarihçisi olan Ernest Renan, 11 Mart 1882 tarihinde Sorbonne Üniversitesinde verdiği bir konferansta ulusu şöyle tarif eder:

“Ulus bir hissiyat, ruhani bir ilkedir. Bu hissiyatı ve bu ruhani ilkeyi aslında bir olan iki şey oluşturur. Biri geçmişte, diğeri şimdidedir. Biri ortak zengin bir hatıralar mirasına sahip olmaktır; diğeri şimdiki zamanda ortak karara varma, birlikte yaşama arzusu, bölünmemiş halde aldıkları mirası geliştirmeye devam etme arzusudur.”[1]

Renan verdiği konferansta, yukarıda gördüğümüz paragrafta modern anlamda ulus kavramını çok güzel anlatır. Burada iki vurgu vardır. Geçmiş ve içinde bulunulan zaman. Geçmiş ortak hafızayı anlatır. İçinde bulunulan zaman da, ortak karara varma ve birlikte yaşama arzusunu.

Evet bu toplumun hala büyük miktarda birlikte yaşama arzusu var. Kırk yılı aşkındır süren bir silahlı çatışma ortamına, kaybettiğimiz onca cana ve ekonomik ve sosyal kayba rağmen bu toplum birbiriyle yaşama arzusunu halen kaybetmemiş bulunmaktadır. Bu işin pozitif yönüdür fakat bu toplumun en zayıf yönü geçmiş bir ortak hatıralar bütünlüğü konusudur. Milletin ortak hatıralar bütünlüğü var mıdır? Yoksa halkın çeşitli kesimlerinin kendilerine ait öbürüyle kesişmeyen hatıraları mı mevcuttur. Bu konu son derece önemlidir. Osmanlıdan Cumhuriyete kadar ülke içinde hemen her topluluğun kendi içinde yaşadıkları ve devletin tutumu karşısında yaşadıkları farklılık arz etmiştir. İşte tam da o yüzden her grubun kendi hatıraları oluşmuştur ve bu hatıraların çok az bir kısmı diğer gruplar ile kesişir. Bu konu bir ulus oluşmasının önündeki en büyük handikaplardan biridir diye düşünüyorum. Örnek verecek olursak Alevi yurttaşların dün ve bugün devlet ve toplumla ilişkisinde yaşadıkları ile Sünni yurttaşların yaşadıkları çok birbiriyle kesişmez, acıların, korkuların ve mutlulukların ortaklığından söz etmemiz mümkün değildir. Ya da Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların ve Yörüklerin, Türkmenlerin topluluk olarak yaşadıkları birbirlerinden çok farklıdır. Ortak bir kümede toplanması yani kesişim kümesinin oluşması çok zor görünmektedir. O yüzden geçmiş bir ortak hafızanın oluşması son derece zordur. O zaman biz yola farklılıklardan değil, ortak yaşanılanlar üzerinden çıkmalıyız. O zaman bir millet, bir ulus olmanın yolunu açabiliriz. Sivas katliamının da, Başbağlar katliamının da bizim ortak acımız olduğunu, acıları yarıştırmanın bölünmeyi, paylaşmanın birleşmeyi ve bir ulus olarak birlikte yaşamın önünü açacağını görmeliyiz. Milli bayramların da, dini bayramların da bu milletin ortak iyileri olduğunu bilerek sahip çıkma ve kıvanç duyma bizi ayrıştırmaz, bütünleştirir. Enes Kara’nın, Yasin Börü’nün, Ali İsmail Korkmaz’ın ya da Berkin Elvan’ın bizim kaybettiğimiz yarınlar olduğunu görürüz ve hepsine birden yüreğimiz yanar. Dersim’de yanan ormanların da bizim olduğunu, Aydın’da altın çıkarmak için yağmalanan ormanların da bizim olduğunu unutmayız.

Bu konu üzerinde daha sonraki yazılarımda daha çok duracağımı söyleyerek yazıyı Fustel de Foulangase’nin ulus meselesinde söylediği aşağıdaki söz ile bitireyim.

“Ulusları birbirinden ayıran ne ırk ne de dildir. İnsanlar, fikir, çıkar, duygu, anı ve umut birliği sağladıklarında kalplerinde aynı halktan olduklarını hissederler. İşte vatanı bu oluşturur. İşte bu yüzden insanlar beraber yürümek, beraber çalışmak, beraber savaşmak, birbirleri için yaşamak ve ölmek ister. Vatan, sevilen şeydir”[2]

Böyle bir ulusu kurabilmek, böyle bir ulusun fertleri olarak yaşamak dileğiyle diyorum. İşte o zaman böyle bir ulusun fertleri olarak, hem bize düşen sorumlulukları yerine getirmekte herhangi bir tereddüt yaşamayız hem de bizi yönetenlerin halka hesap vermelerinin önünü açmış oluruz. Hukuk karşısında eşit yurttaşlar olarak yaşamaya başlarız.


[1] Ernest Renan, Ulus Nedir?, s.51

[2] Ernest Renan, Ulus Nedir?, s.57

Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve…

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.