Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençperlerine
Son günlerde Vahdeddin atışmalarıyla yeniden alevlenen “Milli Mücadeleyi kim başlattı?” tartışmasına o günden konuşan canlı bir tanık ile katkı sunmak istiyoruz. Mustafa Suphi, saltanatın Anadolu kapılarını Avrupa Emperyalizmine açarak Türk işçi ve köylüsünü nasıl ateşe attığını açık eden bu yazısında kurtuluşu yine Türk işçi ve köylüsünün, alelumum Türk ulusunun ellerinde görmekte ve birleşme çağrısında bulunmaktadır. Bugün dahi aynı şartların devam ettiğini görüyor, Türk ulusunun antiemperyalist bir birleşmeden ve milli mücadeleden başka çaresi kalmadığı inancıyla Suphi’nin yazısını sizlerle paylaşıyoruz. Mustafa Suphi’den iktibaslarımız Kemalizm bahsi üzerinde devam edecektir.
Fedakar yoldaşlar,
Şimdiye kadar, sizleri esaret zincirlerine bağlayarak jandarma ve tahsildarların merhametsiz kamçıları altında bin türlü eziyetlerle ömrünüzü heder eden zalimler, size kah hükümet ve devletten bahsettiler.
Neticede bu hükümet ve devlet, haram yiyici vali ve hakimlerle bunların ortağı olan bey ve ağaların keselerini doldurmak ve fıkarayı ise açlıktan öldürmekten başka bir işe yaramadı.
Kah din ve şeriattan bahsettiler: Din ve şeriat maneviyatınızı bozarak ruhunuzu düşürmekten, başınıza gelen her felaketin sebep ve amilleri meydanda dururken, kader ve kısmete bağlayan zalimlerin hükmünü yürütmekten başka bir iş görmediler. Yıldızdan yıldıza çalışarak bin türlü zahmetlerle işlediğiniz tarlalarda yetişen çelimsiz mahsulden mültezimlerin bir öşür yerine bin öşür almasına ses çıkarmayıp sizi bir lokma ekmeğe muhtaç, aç ve sefil bıraktılar. Millet için fedailik davasında bulunanlar, 15 Temmuz’dan [1908] sonra geçen on bu kadar senelik inkılap tarihimizde milletin sırtına dayanarak bütün kuvvet ve saltanatlarını Türkiye amele ve rençberlerine borçlu oldukları halde, biraz rahata, biraz refah ve saadete can atan bu zavallı halkı dünyanın büyük kıtasında huduttan hududa sürüklediler. Kah Yemen ve Arabistan’ın kızgın sahralarında açlık ve susuzluk ve kah Anadolu veya Kürdistan’ın karlı dağlarında soğuktan telef etmeye, asırlardan beri dost yaşamakta olan bu milletin fıkarasını birbirlerine kırdırmağa sebep oldular; bu yetmiyormuş gibi, sonunda yetim halkımızı büyük Avrupa harbinin öldürücü sağanakları içine sürüp atarak başımıza bugünkü felaketi getirmiş, millete olan borçlarını böylece ödemiş oldular. Bugün aziz ve mazlum İstanbul’umuzun hisarları dibinden yükselen bir ses işitiyoruz. Bu sesin bize “Vatan, İslam, Hilafet” sözlerini tekrar ederken, vatanı, İslamı, hilafeti yine kanınız bahasına sattığını görüyoruz.
Bugün Osmanlı Padişahlığı, eski saltanat ve istiklalini büyük Avrupa muharebesindeki mağlubiyetten sonra tamamen kaybettiği gibi, son padişah Sultan Vahdettin, taç ve tahtını Dolmabahçe Sarayının içinde de olsa muhafaza için, İslamiyeti ve hilafeti, İngiliz Kralının himaye ve muhafazasına teslim eyledi. Şimdi Padişah hazretleri, güya vatanı, milleti, İslamiyeti kurtarmak maksadıyla Yunan Ordularına Küçük Asya’nın kapılarını açarak, bir taraftan da Şeyhülislam Avrupa ve Amerikan talancılarına karşı hakkını müdafaa eden kıyamcılar [isyancılar] hakkında fetva vererek bunları küfr ve hıyanetle itham ediyor.
Amele ve rençber yoldaşlar!
Yağmacı Antant kuvvetine dayanan hainler, vatan ve milletten, padişahtan, halifeden, Kur’andan bahsetseler de, sizler artık Yunan Kralından dine ve millete gelecek habere tabii inanmayacaksınız.
Bu sefil ve murdar heriflerin ne maksatla hizmet ettikleri artık güneş gibi karşınızda aşikar duruyor.
Arkadaşlar! Bu sonuncu felaketler bizim başımıza ne kadar ağıra mal olsa da, yalnız bir cihetten dinci, milletçi, vatancı foyasını meydana koyduğu, hakkı hakikati bize apaşikar anlattığı için, geleceğimize büyük faydalar da vermediler değil. Biz şimdi üstümüze düşen vazifeyi pek iyi anlıyoruz. Elimizde kalan bir parça toprakla bir dilim ekmeği, bu zalim yağmacı Avrupa ve Amerika emperyalistlerine kaptırmamak, bu gözü doymaz, emperyalist ve arlanmaz Yunan istilacılarına karşı mübarezede [mücadelede/savaşta] sonuna kadar sebat etmek, mukaddes vazifemizdir; istilacılara kuyruk olup memleket ve halkımızı kulluğa düşürmeğe çalışan İstanbul Hükümetine karşı başkaldıran ve Rusya Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti ile kolkola giden Anadolu Kıyamcılar Hükümetine her türlü yardımı yapmak, birinci işimizdir. Biz bu vazifeyi yerine getirmekle, hem dahilde mevcudiyetimizi göstermiş, hem de hariçte emperyalistlerle uğraşan bütün amele ve rençber kuvvetlerine mühim bir hizmet görmüş olacağız. Biz bu vazifeyi görmekle, mübarezedeki muvaffakiyetimiz nisbetinde sesimizi yükseltmek hakkını kazanmış olacağız. Memleketimizdeki yeni hükümet ve devlet yapısının kurulduğu gün, bu yapının amele ve rençber eliyle meydana geldiğini bilerek onun içinde hakim olacak kuvvetin yine amele ve rençber olmasını talep edeceğiz.
Amele ve rençber kardeşler!
Bütün bu kanlı, felaketli davalardan aldığımız öğüdü hiçbir vakit hatırdan çıkarmayınız. Unutmayınız ki, siz hayır ve selamete, sizlerin şimdiye kadar sırtınızdan geçinen zalim ve hazıryiyici ağalar ve paşalar, kalın enseli çorbacılar eliyle kavuşamazsınız. Amele ve rençberlerin hayatta mahkûm olduğu açlık, karanlık ve kulluktan kurtulması, ancak amele ve rençber eliyle meydana gelecektir.
Onun için sizler, başkasının emek hakkıyla geçinmeyen, cihanda kendi gücüne, kendi hakkına dayanan amele ve rençberler, bütün bu harp ve mübareze [mücadele] sırasında kendi aranızda birleşerek teşkilatınızı kuvvetlendirmeğe çalışınız ve iyice biliniz ki, siz birleşip kuvvetlenip varlığınızı hissettikçe, dileğinize yaklaşmış olacak ve mesut bir günde sizi dışardan, içerden yemeğe çalışan zalimleri ezerek yaşadığınız toprak üzerinde hürriyet ve hayatınıza sahip ve hakim olacaksınız.
Onun için birleşiniz ey Türkiye’nin mazlum amele ve rençberleri!
Birleşiniz de, hakkı hayat ve hürriyetinizin nişanesi olan kırmızı bayrağı bütün dünya proletaryasının inkılap ufuklarına doğru yükseltiniz!