Sahra Wagenknecht – Almanya’nın Hali (4)

Tahmini Okunma Süresi: 5 dakika

Kısa bir süre önce Sol Parti’den (Die Linke) ayrılan bir topluluğun öncülüğünde kurulan ve liderliğini yapan Sahra Wagenknecht’in adını taşıyan BSW, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde çarpıcı bir başarıya imza attı. Özellikle doğu Almanya’da öne çıkan BSW, milliyetçi sağ AFD ve muhafazakar sağ CDU’ya karşı bir sol ihtimali canlı tuttu. New Left Review’in Sahra Wagenknecht ile seçimler öncesinde yaptığı bu kapsamlı mülakat, kimilerinin sol milliyetçi, kimilerinin de sol popülist olarak adlandırdığı BSW’nin politik perspektifine ışık tutması açısından son derece önemli. Dört bölümde yayınlayacağımız mülakatın orijinal tam metnine (“Condition of Germany”) New Left Review’in web sitesinden ulaşılabilir

Thomas Meaney & Joshua Rahtz: Yaklaşan Avrupa Parlamentosu ve eyalet seçimleri için BSW’nin seçim planları nelerdir? Eyalet parlamentolarında hangi koalisyon seçenekleri gündeminizde olacak?

Sahra Wagenknecht: Koalisyonlar bahsinde, bizim bir deyimimizle söyleyecek olursak, “ayı ölmeden postunu paylaşmayalım.” Koalisyonlar ya da tolerans ve esnek çoğunluklar gibi hükümete katılımın diğer biçimleri hakkında gelebilecek herhangi bir öneriyi değerlendirmeye hazır olmaklığımızla diğer tüm partilerden hayli farklı bir yerde duruyoruz. Şimdilik sadece mümkün olduğunca çok sayıda yurttaşımızı çıkarlarının bizimle emin ellerde olduğuna ikna etmek istiyoruz. Yeni bir parti olarak, yeni siyaset yaklaşımımıza destek aramak için ilk fırsatımız olan Avrupa seçimlerinde güçlü bir performans sergilemek istiyoruz. Seçmenlere, Avrupa toplumlarının ve ekonomilerinin sorunlarının çözümünde Brüksel bürokrasisi ve jüristokrasisinin değil, AB’nin demokratik üye devletlerinin esas sorumlu olması gerektiğini anlatacağız.

Meaney & Rahtz: Kendinizi ‘muhafazakar-sol’ olarak tanımlamanızla ilgili olarak soracağım. Eski CDU geleneğinden, onun sosyal doktrininden ve uysallaştırılmış kapitalizmden sıcak bir şekilde bahsettiniz. Bu durumda BSW’yi eski CDU’dan, Willy Brandt’ın dış politikasıyla da ittifak halindeki CDU’dan, nasıl ayırt ederdiniz?

Wagenknecht: Savaş sonrası Hristiyan Demokrasisi neoliberal olmamak anlamında muhafazakârdı. Eski CDU-CSU hem muhafazakar hem de radikal liberal bir unsuru bir araya getiriyordu; her ne kadar buna benzer bir siyaset İtalya ve bir dereceye kadar Fransa’da mevcut olsa da bu sentezde belirleyici olan Konrad Adenauer gibi bir figürün siyasi hayal gücüydü. O dönemde muhafazakarlık, neoliberal (sahte) muhafazakarlıkta olduğu gibi toplumu kapitalizmin ihtiyaçlarına göre ayarlamanın aksine, toplumu kapitalist ilerlemenin girdabından korumak anlamına geliyordu. Toplumun bakış açısından neoliberalizm muhafazakar değil devrimcidir. Bugün Merz gibi biri tarafından yönetilen CDU, toplumun ekonomiye değil, ekonominin topluma hizmet etmesi gerektiği şeklindeki eski Hristiyan-Demokrat anlayışın kökünü başarıyla kazımıştır. Sosyal demokrasi ya da eskinin SPD’si de muhafazakar bir unsura sahipti ve merkezde bir bütün olarak toplum yerine işçi sınıfı vardı. Bu durum İngiltere’de Üçüncü Yol ve Almanya’da Schröder’in işgücü piyasasını ve ekonomiyi küreselci-teknokratik bir piyasa demokrasisine teslim etmesiyle sona erdi. Tıpkı dış politikada olduğu gibi, kendimizi hem savaş sonrası muhafazakarlığın ‘uysallaştırılmış kapitalizminin’ hem de Brandt, Kreisky ve Palme döneminin iç ve dış politikadaki sosyal-demokrat ilerlemeciliğinin günümüzün değişen siyasi koşullarına uyarlanmış meşru mirasçıları olarak görmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz.

Meaney & Rahtz: Uluslararası alanda, AB ve ötesinde hangi güçleri BWS için potansiyel müttefik olarak görüyorsunuz?

Wagenknecht: Bu soruyu sormak için en uygun kişi ben değilim, zira benim odak noktam iç politika. İnsanların yurt dışından bizi genellikle çarpıtılmış bir şekilde gördüklerini biliyorum ve umarım ben de diğer ülkeleri çarpık bir şekilde görmüyorumdur. İlk başlarda La France insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) ile yakın ilişkilerimiz vardı, ama son yıllarda nasıl bir gelişme gösterdiklerini bilmiyorum. Sonra İtalya’da Beş Yıldız Hareketi vardı, o da biraz farklı ama orada da bazı örtüşmeler var. Genel olarak, sosyal adalete güçlü bir şekilde yönelen ancak kimlikçi söyleme kapılmayan herhangi bir sol parti ile aynı dalga boyunda olurduk.

Meaney & Rahtz: Die Linke‘nin sosyal meseleleri marjinalleştirerek ‘Yeşillerden daha yeşil’ hale geldiğini söylüyorsunuz. Ancak Yeşiller’in bir zamanlar güçlü bir sosyal programı vardı; bu program güçlü bir sosyal bileşene sahip yeşil bir endüstriyel stratejiye dayanıyordu ve elbette Avrupa’nın demilitarizasyonunu hedefliyordu. Sizce 1990’larda ne oldu da bu yönlerini kaybettiler?

Wagenknecht: Birçok eski sol parti de aynı şeyi yaşadı. Bunun bir nedeni destekçi çevrelerin değişmiş olması. Sol partiler, entelektüeller tarafından yönetilseler bile geleneksel olarak işçi sınıfına dayanıyorlardı. Ancak şimdi seçmenleri de değişti. Piketty, Capital and Ideology (Sermaye ve İdeoloji) kitabında bunun izini ayrıntılı bir şekilde sürüyor. Üniversite eğitimi almış yeni bir profesyonel sınıf, son otuz yılda devasa bir şekilde genişledi; bu sınıf neoliberalizmden görece az etkilendi, çünkü iyi bir gelire, artan bir servete sahip ve refah devletine dayanmak zorunda değil. Bu ortamda yetişen gençler hiçbir zaman sosyal korku ya da sıkıntı yaşamadı, çünkü bu gençler en baştan itibaren güvence altında olmuşlardır. Şu anda Yeşiller’in dayandığı çevre budur; nispeten iyi durumda olan, iklim konusunda endişeli—ki bu iyi bir şey—ancak sorunu bireysel tüketici kararlarıyla çözmeyi amaçlayan insanlar bunlar. Hiç yokluk çekmemiş insanlar, yokluk çekmenin günlük yaşamın bir parçası olduğu kişilere feragat vaaz ediyorlar.

Meaney & Rahtz: Ancak bu durum ana akım partiler için de geçerli değil mi? Yeşiller belki de 1980’lerdeki hallerine kıyasla en dramatik olanı. Ancak dediğiniz gibi CDU da sosyal vurgusunu terk etti. SPD neoliberal dönüşüme öncülük etti. Bu sağa ya da finansal veya küresel sermayeye doğru hareketin daha derin bir nedeni olabilir mi acaba?

Wagenknecht: Birincisi, Andreas Reckwitz gibi sosyologların çok iyi analiz ettiği gibi, burada kamuoyunun şekillenmesinde öncü rol oynayan güçlü ve büyüyen bir sosyal çevreyle karşı karşıyayız. Bu çevre medyada, siyasette ve kanaatlerin oluştuğu büyük şehirlerde baskındır. Bunlar büyük şirketlerin sahipleri değil. Bu farklı bir katman, güçlü bir etki üretiyor ve tüm siyasi partilerdeki oyuncuları şekillendiriyor. Burada, Berlin’de, tüm politikacılar—CDU, SPD—bu çevre içinde hareket ediyor ve bu da onlar üzerinde güçlü bir etki yaratıyor. Küçük insanlar, küçük kasaba ve köylerde yaşayanlar, üniversite mezunu olmayanlar, siyasete giderek daha az erişebiliyorlar. Eskiden partiler geniş tabanlı, gerçek halk partileriydi—kiliseler aracılığıyla CDU ve sendikalar aracılığıyla SPD. Şimdi bunların hepsi yok oldu. Partiler çok daha küçükler. Adayları daha dar bir tabandan, genellikle üniversite eğitimli orta sınıftan seçiliyor. Bu adayların deneyimleri genellikle konferans salonu, düşünce kuruluşu ve genel kurul odasıyla sınırlı. Profesyonel siyasi hayatın ötesindeki dünyayı hiç tecrübe etmeden milletvekili oluyorlar.

BSW ile birlikte elimizden geldiğince bu ortamı aşmaya çalışıyor ve başka alanlarda, toplumun diğer kesimlerinde çalışan yeni politikacılar kazanmaya çalışıyoruz. Ancak tabii eski halk partisi modeli de ortadan kalktı, zira bunun tabanı artık mevcut değil.

Meaney & Rahtz: Son olarak size kendi siyasi ve kişisel formasyonunuz hakkında sorular sorabilir miyiz? Dünya görüşünüz üzerinde en önemli etkilerin neler olduğunu düşünüyorsunuz? Deneyimsel ve düşünsel düzeylerde?

Wagenknecht: Hayatım boyunca çok okudum ve yeni bir yönde düşünmeye başladığım dönüm noktalarım oldu. Goethe’yi derinlemesine inceledim. Siyaset ve toplum hakkında, insanların bir arada varoluşu ve olası gelecekler hakkında düşünmeye başladığım zamanlar bu zamanlardı. Rosa Luxemburg benim için her zaman önemli bir figür oldu, özellikle de mektupları; onunla kendimi özdeşleştirebiliyordum. Thomas Mann, tabii ki beni derinden etkiledi. Gençliğimde yazar/ oyun yazarı Peter Hacks önemli bir entelektüel muhataptı. Marx’ın üzerimde büyük bir etkisi olmuştur ve kapitalist krizler ve mülkiyet ilişkileri üzerine yaptığı analizleri hala çok faydalı buluyorum. Tamamen kamulaştırma ya da merkezi planlamadan yana değilim, ancak özel mülkiyet ile devlet mülkiyeti arasındaki üçüncü seçenekleri-örneğin bir firmanın hissedarlar tarafından yağmalanmasını önleyen vakıflar ya da vekillikler-araştırmakla ilgileniyorum. Bunu Prosperity without Greed’de (Açgözlü Olmayan Zenginlik) tartışmıştım.

Bir başka biçimlendirici deneyim de düzenlediğimiz etkinliklerde insanlarla etkileşimde bulunmak oldu. Almanya’nın dört bir yanına gitmek, çok sayıda toplantı yapmak ve insanlarla konuşmak için her fırsatı değerlendirmek, onları neyin harekete geçirdiğini, nasıl düşündüklerini ve neden bu şekilde düşündüklerini anlamak için aldığımız bilinçli bir karardı. Zaten tanıdığınız insanları görebileceğiniz bir fanusun içinde kalmamak çok önemli. Bu benim siyasetimi şekillendirdi ve belki de beni biraz değiştirdi. Bir siyasetçi olarak her şeyi seçmenlerden daha iyi anladığınızı düşünmemeniz gerektiğine inanıyorum. İnsanların çıkarları ve bakış açıları arasında her zaman birebir olmasa da bir örtüşme vardır; ancak bunun üzerinde düşünürseniz insanların söyledikleri şeyleri neden söylediklerini anlayabilirsiniz.

Meaney & Rahtz: 1990’lardan bu yana siyasi yörüngenizi nasıl tanımlarsınız?

Wagenknecht: Otuz yıldır siyasetin içindeyim. PDS ve Die Linke’de önemli görevlerde bulundum. 2009’dan beri Federal Meclis üyesiyim ve 2015’ten 2019’a kadar Die Linke’nin parlamento grubunun eş başkanlığını yaptım. Siyasete ilk girdiğim zamanki hedeflerime sadık kaldığımı söyleyebilirim. Kârı değil insanı merkeze koyan farklı bir ekonomik sisteme ihtiyacımız var. Günümüzde yaşam koşulları aşağılayıcı olabiliyor; yaşlı insanların geçimlerini sağlamak için çöp kutularını karıştırıp depozitolu şişe araması alışılmadık bir durum değil. Bu tür şeylerle yüzleşmek ve altta yatan koşulları düzeltmek istiyorum. Çok sık seyahat ediyorum ve nereye gidersem gideyim, artık hiçbir parti tarafından temsil edilmediğini düşünen çok sayıda insan olduğunu hissediyorum. Devasa bir siyasi boşluk var. Bu da insanların öfkelenmesine yol açıyor ki, bu da demokrasi için hiç de iyi değil. Yeni bir şey inşa etmenin ve ciddi bir siyasi müdahalede bulunmanın zamanı geldi. Bir noktada kendime şunu söylemek zorunda kalmak istemiyorum: Bir şeyleri değiştirebileceğin bir fırsat penceresi vardı ve sen bunu yapmadın. Yeni partimizi, ülkemizi bölen ve geleceğini riske atan mevcut politikaları ve bu politikaların yanı sıra Berlin fanusunun beceriksizliği ve kibrini de aşmak için kuruyoruz.

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

Nostalji Hissinin Savunusu: Yeni Bir Nostalji İnşa Etmek

Nostalji, bir huzursuzluk emaresidir. Kitlesel hâle geldiğinde mevcut durumda bir aksaklık olduğu fikrinin ve hissinin geniş kalabalıklar tarafından paylaşıldığını gösterir. Bu yönüyle toplumsal kutuplar arasındaki mevcut gerilimin de en net şekilde izlenebileceği sahnelerden birini vücuda…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.