Türk ve Türkiye Yurtseverliğine Çağrı!

Tahmini Okunma Süresi: 5 dakika

Türk ve Türkiye yurtseverlerine hitap eden bu çağrının dayandığı temel bir önerme var: Türklük; Türkiye’deki herhangi bir etnik farkın adı olmaktan çok daha fazla bir anlama sahip, ekonomik-siyasi-kültürel boyutlarıyla Türkiye kapitalist toplumsal düzeninin üzerine kurulu olduğu temel siyasi ilke ve bir toplumsal siyasal birim olarak Türkiye’nin varlık gerekçesi. Dolayısıyla Türkiye’nin karakter dönüşümü ölçekli hiçbir yapısal değişiklik Türklüğü yeniden içeriklendirmeyi atlayan bir siyasal konumun öncülüğünde gerçekleşemez.

İçinde bulunduğumuz dönemin siyasal kutuplaşmaları, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin alelade bir dönemindeki ve kurucu parametreler dairesindeki siyasal kutuplaşmalar ile karşılaştırılamaz. Türkiye’nin karakter dönüşümü ölçekli bir yapısal değişiklik düzeyinde cereyan eden bir siyasal kutuplaşmalar dönemindeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti 100 yılını geride bıraktı. Bugün ortada ne bir Cumhuriyet ne de Türkiye’yi bir arada tutan kapsayıcı ve güçlü bir ulusal kimlik ve asabiye var. Türk-Sünni emperyal faşizmi Türk burjuva devriminin Cumhuriyetini yıktı. Türk-Sünni emperyal faşist düzeninin Türk öznesi, “Ortadoğulu-Müslüman-Arap-Feodal tarihsel kalıntılarından ya da yükünden” kurtulup burjuva-liberal Avrupa medeniyetine dahil olmak vazifesiyle tanımlı Türk değil. Ona yeni bir vazife tanımlandı: “Türk, beklenendir, tarihsel mukadderatından kaçamaz.” Osmanlı taşrasının / periferisinin / kasabasının her milletten Sünnilerinin kurtarıcı hegemonu olarak, Batı ve Batı’nın içerideki ve bölgedeki işbirlikçilerinin “reklam arasına” zorladıkları Müslüman Osmanlı’yı yeniden diriltmekle vazifeli Yeni-Osmanlıcılığın Türk öznesi bu.

Bugünün siyasal kutuplaşmasının düzlemi budur. Kutuplaşmanın Türkiye’nin karakter dönüşümü ölçekli bir yapısal değişiklik düzeyinde cereyan ettiğinin en çarpıcı göstergelerinden biri, Türk burjuva milliyetçiliğinin Türkçü kanadında sayısız girişimin Sünnici ve emperyal yeniden içeriklendirme sürecinde flulaşan Türklüğün ayrıklığını anti-Kürt ve anti-Arap söylemlerle restore etmek üzere ortaya çıkması olmuştur. Keza Türk burjuva milliyetçiliğinin burjuva kanadındaki muhalefet söyleminin de “eğitimsiz”, “modern olmayan” halk kesimlerinden küçük-burjuva seçkinci bir ayrışmanın kavramı olarak beliren “liyakat” üzerine kurulmaya başlaması da Türk burjuva milliyetçiliğinin restorasyon hamlesinin diğer veçhesidir.

Türk-Sünni emperyal faşizminin Türklüğü emperyal ve Sünnici yeniden içeriklendirme siyaseti ve bunun karşısında Türk burjuva milliyetçiliğin anti Kürt-Arap ve liyakatçi/seçkinci restorasyonculuğu… Siyasal alanı belirleyen ve kapatan bu kutuplaşmanın sunduğu iki alternatifin dışında Türklüğü yeni bir radikal tarifle içeriklendirmeyi öngören bir davette bulunmak istiyoruz. Bu isteğimiz Türk olmamızdan, Türk halkının içine düşürüldüğü durumun ıstırabını ilk elden yaşıyor olmamızdan kaynaklanmıyor sadece. Başta da söylediğimiz gibi: “Türklük, Türkiye’deki herhangi bir etnik farkın adı olmaktan çok daha fazla bir anlama sahip, ekonomik-siyasi-kültürel boyutlarıyla Türkiye kapitalist toplumsal düzeninin üzerine kurulu olduğu temel siyasi ilke ve bir toplumsal siyasal birim olarak Türkiye’nin varlık gerekçesi. Dolayısıyla Türkiye’nin karakter dönüşümü ölçekli hiçbir yapısal değişiklik Türklüğü yeniden içeriklendirmeyi atlayan bir siyasal konumun öncülüğünde gerçekleşemez.” Türklük içinde bulunduğumuz kördüğümü çözmeye başlayacağımız tutamaktır.

Türk-Sünni emperyal faşizmine karşı Türk burjuva milliyetçi restorasyon girişiminde temsil edilmiyoruz. Zira iki karşıt cephenin en temel meselelerdeki mutabakatlarını paylaşmıyoruz ve aralarındaki süreklilikleri tespit ediyoruz. Türk-Sünni emperyal faşizminin emperyal vazifeli Türk’ü de, Türk burjuva milliyetçiliğinin ilerleme ve modernleşme vazifeli Türk’ü de, sermaye-devletin kapitalist toplumsal düzenini verili kabul eden, bu düzenin işleme mekanizmasını içselleştiren ve dolayısıyla öznel tercih ve pratikleriyle bu düzeni yeniden üreten ideolojik inşalardır. Bu içselleştirme, sermaye-devletin kurucu dinamiği olan “biriktirmek için biriktirmenin”, “kalkınma”, “büyüme”, “genişleme”, “ilerleme”, “modernleşme” fetişleri üzerinden—tabii her bir Türklük imgesi için bu fetişlerin farklı bileşimlerini içermek suretiyle— tanımlanan vazifelerle bu Türklüklerin de kurucu dinamiği haline gelmesiyle mümkün olur.

***

Kurucu dinamiği biteviye ve amansız rekabet olan sermaye ve devlet, yaşamlarımızı en güçlü olanın hayatta kalması prensibi üzerinden yapılandırır. Bu, yaşamlarımızın araçsallaşması ve biriktirmenin (para, güç, toprak, kariyer) kendi başına amaçlaşmasından başka bir şey değildir. Varoluşumuz, hayatın geçmiş-bugün-yarın çizgisi içinde biriken bir doğrusallığa sahip olduğu yanılsaması etrafında şekillendirilir. İlerleme, Büyüme, Kalkınma hiçbir açıklamaya gerek duymayacak kadar meşrulukları açık, sorgulanamaz, verili kabul edilmesi gereken fetişlere dönüşür.

***

Biriktirmek için biriktirmek; yani devleti toplumun hizmetinde bir bürokratik makine olarak görmek yerine onu toplumun üzerinde duran ve ona hükmeden bir kutsallık olarak tabulaştırmak, üretimi ihtiyaçların karşılanması için değil de daha fazla üretmek için yapan sermayeye dokunulmazlık payesi vermek, tüm bu saçmalığı da ilerleme, büyüme, kalkınma, genişleme fetişleri üzerine diktikleri Türklüklerine tarihsel vazifeler tayin etmekle, mukadderatlar tanımlamakla garantiye alan Osmanlıcı, Orta Asyacı, İslamcı, Modern ve hatta Sol-Sosyalist Türkçülükler.

Bütün bu metafiziğe, ölümsüzlük, kurtuluş ve şehadet vaadine, gerçeklikle bağını hiçbir sınır tanımamak üzere kesen bu fantastik evrene karşı makul olanın, fâniliğimizin, doğal kaynakların sınırı ve toplumsal-tarihsel maddi gerçeklerin bilgisini esas alan bir Türk ve Türkiye Yurtseverliğine çağırıyoruz. Önümüze ve Türk milletinin önüne koyduğumuz tarihsel vazife, Türk milletini tarihsel mukadderat ve vazife çağrılarından, büyüme-ilerleme-genişleme fetişlerinden, biriktirmek için biriktirmeyi esas alan egemenlikçi/iktidarcı arzudan, bu arzunun sermayeci ve devletçi kurumsallığından özgürleştirebilmek.

Yurtseverliğimizin bir metafiziği var elbet; çağrımız gerçekliğin buz gibi hesap kitabına rasyonel teslimiyetçi bir çağrı olmadığı gibi gerçekliğin iktidar ve sömürü yapıları içinde bir hikmet ve kıymet bulmaya davet de değil. Tam bu noktada, her özcü angajmanı şovenizmle/milliyetçilikle/faşizmle özdeşleştiren evrenselciliklere karşı yurtseverliği milliyetçilikten ayıran önemli detayın ne olduğu belirginleştirilmeli: yurtsever özcülük, yurtseverleri yurdun halihazırda ve her haliyle sevilmeye layık olduğuna dair bir milliyetçi önkabule götürmez; yurtsever özcülük, yurtseverleri ülkenin ve halkın gerçek bir dönüşümü sağlayabilecek bir potansiyele sahip olduğuna iman etmeye götüren metafiziğin adıdır. Yurtseverler var olanı değil, var olabilecek olanı, bir harika ihtimali ve potansiyeli severler. Bu ihtimal ve potansiyelin inkârı mümkün olmayan bir kuvvetle kendini dayatıyor olduğu, verili kabul edilebileceği devrimci zamanlar istisna dönemlerdir. Hele şeyleşmenin, yabancılaşmanın, atomizasyonun bu ölçüde derinleştiği içinde bulunduğumuz devrimcilik-sonrası zamanlarda ne akıl yürüterek ne de verilere dayanarak bir “gerçek ihtimal” çıkarsaması yapmak olanaklı değildir.

“Anti-emperyalizme”, “emekçi halka karşı sorumluluğa”, ya da “evrensel kurtuluş mesajının yerlileştirilmesine” indirgenebilecek, Türklük referansından imtina eden bir “genel” yurtseverlik çağrısında bulunmuyoruz. Anlaşılacağı üzere, milliyetçilik ve faşizmin sermayeyi verili-doğal kılan, devleti kutsal ilan eden, Türk’e mukadderatlar buyuran ve ayrıcalıklar bahşeden ilahiyatını sekülerleştirmeye yönelik bir eleştiriyi yurtsever çağrımızın merkezine yerleştiriyoruz. Türklük referansından sözde enternasyonalizm adına imtina eden “genel” yurtseverlik çağrılarının büyük bir kesiminin aslında böylece tam da söz konusu Türk milliyetçisi ilahiyatla yüzleşmekten kaçınmanın üstünü örten bir sahte enternasyonalist-pratik milliyetçi jesti cisimleştirdiklerini görüyoruz ve bu çizgiden kendimizi özenle ayırıyoruz.

Bu çerçevede Türk Yurtseverliğini üstlenen bir iradeyle aşağıdaki ilkeleri ve Türkiye perspektifini ileri sürmek üzere tüm Türk ve Türkiye Yurtseverlerine bir araya gelme çağrısında bulunuyoruz:

a) Devleti kendi başına amaçlaşmış, toplumun üzerine çıkmış ve adeta ilahi bir tek ve bölünmez varlık olarak kutsayan devletçi ve merkezci anlayışa karşıyız. Devleti Türk egemenliği adına fetişleştiren bu anlayışın, egemenliği tek tek Türklerden ve bir bütün olarak Türk halkından çalan bir bürokratik-siyasi oligarşik uyanıklık olduğunu ileri sürüyoruz.

b) Ulusal egemenliğin esasının liberal ve milliyetçi merkezi temsile değil, köy, belde, ilçe ve illerde kurulacak binlerce komüne dayanmasından yanayız.

c) Dinsel ve etnik referanslarla ayrıcalıklar ve dışlanmalar üreten teokratik ve etnokratik bir devlet istemiyoruz. Türklüğün ve Sünniliğin egemenlik, Kürtlüğün, Aleviliğin ve diğer grupların tanınma ve statü ile kendini güvence altına alacağı bir devletçi biraradalık modelini benimsemiyoruz. Kolektif, bireysel ve bölgesel aidiyetlerin ulusal egemenliğin komün biçimi içinde kendi doğallığı ve mekânında özgürce icrasından yanayız.

d) Teokratik ve etnokratik olmayacak, binlerce komün üzerine kurulacak bu yapının paralel ve yalıtık toplulukların aritmetik bir toplamı olarak değil, “halklar”ın ve “farklar”ın Lübnanvari kaotik çatışmalı birliği değil, ama ortak iradesi olan bir ulus olarak işleyebilmesinin:

    • Eğitim, sağlık, barınma, çalışma, dinlenme, güvenlik ve düzen, internet ve iletişim, ulaşım, çocuk-yaşlı-engelli bakımı, kültür-sanat-spor ihtiyaçlarının en üst düzeyde karşılanmasının koşullarını piyasaya bırakmayacak,
    • Etnik, dinsel, toplumsal cinsiyet, ideolojik farklılıklar etrafındaki tartışmaları en düzeyde güvence altına alırken eşitliği bozan politikalara, tehdit ve şiddete asla tolerans göstermeyecek,
    • İlerleme, büyüme, kalkınma, modernleşme siyasetleri adı altında vatan toprağının ekolojik ve tarihsel birikiminin tahribatına asla cevaz vermeyecek,
    • Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı ilkesel düzeyde ulusal, bölgesel ve küresel tutum alacak,
    • Kolektif ve mahalli aidiyetleri kendi sembolleri ve dilleri dışında ortak dil olarak ayrıca Türkçeyi ve ortak bayrak olarak ayrıca Türkiye Bayrağı’nı kullanmakla yükümlü tutacak

güçlü bir ideolojik-siyasal ortaklaşmaya dayanan Türkiye Halkı kimliği ve onun egemen/bağımsız ulus-devleti ile mümkün olacağını savunuyoruz.

Türkiye Halkı kimliğini Türk Halkı kimliğine ya da başka kolektif aidiyetlere alternatif ya da onu ikame edecek, zayıflatacak bir kimlik olarak tanımlamıyoruz, zira merkeziyetçi olmayan bir komünal yapıda bu kolektif kimlikleri rekabete, kazan-kaybet denklemine sürükleyecek bir maddi ve ideolojik zemin görmüyoruz.

Keza Türkiye Halkı kimliğini liberal ve gevşek bir anayasal vatandaşlık/Türkiyelilik fikrinden özenle ayırıyoruz. “Türkiye Halkı” vurgumuz üst kolektif aidiyeti bireysel özerklik düzlemine doğru çözerek “fark”a liberal bir düzlemde “vatandaşça” alan açmaya yönelen Türkiyelilik tartışmalarıyla ilişkisiz, aksine radikal bir ulusal egemenlik ve toplumsal adalet için ortak eylem, karşılıklı güven/saygı ve işbirliği arayışımızın ifadesidir.

Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve…

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.