Hafızamız, İrademiz, Emeğimiz ve Yozgat Mitingi

Tahmini Okunma Süresi: 8 dakika

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Bahar Direnişi’nin rüzgârı olmasa o miting olmazdı. 80 sonrası ilk protestoydu bu Yozgat’ta. Daha önce o meydanda sadece seçim mitingi kalabalıkları olurdu. Bu defa talepleri olan ve iktidarı uyaran insanlar vardı. CHP’nin de bu mitingde hakkını şu açıdan vermek gerek: Kendi başına harekete geçemeyecek kitlelerin yolunu açtı CHP. Genel başkanın katılımıyla merkezî bir miting kararı insanlara cesaret verdi. Geçen seneler içinde defalarca çiftçi eylemini tartıştık ama bir türlü o cesareti gösterecek insanlar bulamamıştık. Taşrada ekonomik, siyasi, sosyal her alandan ablukaya alınan halk için bir protesto hep riskli geldi. Ama bu defa Bahar Direnişi ve CHP’nin isabetli kararı yolu açtı.

 

Sonuncu Roma da eskidi
Taşa kesti Mernuş, Tebernuş, Kıtmir
Oysa çıldırmanın çağıdır
Aç sımsıkı çektiğin perdeleri
Ölümlerle zulümlerle
Sarsma bedenimi öyle
Daldığım kan uykudan
Usul usul uyandır…
Gülten Akın

CHP’nin verdiği isimle “19 Mart Darbesi”nin birinci ayı. Halk hareketi içindeki kitlelerin verdiği isimle ise “Bahar Direnişi”nin birinci ayı. Bu bir ayın ardından, 19 Nisan’da Yozgat’ta kitlesel bir miting gerçekleşti. CHP’nin örgütlediği bu miting, traktörleriyle çiftçilerin öne çıktığı bir mitingdi. Yazılı ve görsel basında, özellikle de sosyal medyada hâlâ tartışılan tarihî bir protestoydu. Bu yüzden, ben de miting çalışması içinde yer alan biri olarak, alana dair gözlemlerimi ve örgütlenme sürecine ilişkin görüşlerimi elimden geldiğince yazıya dökmek istedim.

YOZGAT’TA BUGÜNE NASIL GELİNDİ?

Bunun bir çiftçi mitingi olduğunu belirtmiştim. Ben de ailesiyle küçük çiftçilik yapan biri olarak, miting çalışması içinde ve 19 Nisan’da alanda yer aldım. Öncelikle mitingin sembolik bir anlamı vardı, çünkü Yozgat iktidar ve ortağı MHP’nin güçlü olduğu bir il. Daha çok milliyetçi-muhafazakâr olarak anılan bu şehirde, bu denli kalabalık bir miting birçok ezberi de bozdu.

Burayı kısaca açmak gerekirse: Milliyetçi-muhafazakâr sağın buradaki gücü, tüm ülkede olduğu gibi, 12 Eylül ile başlayan süreçten bağımsız değil. Ancak 12 Eylül öncesinde de Yozgat’a özellikle ağırlık verdiklerini söyleyebiliriz. Alparslan Türkeş’in buradan milletvekili olması, Eğitim Enstitüsü’ne yapılan atamalarla faşist hareketin güçlenmesi, sınavla girilen okullarda soruların önceden verilmesi gibi etkenler var. Daha sonra, solun Yozgat’taki tabanını oluşturan Abdallara ve Alevilere yönelik sistemli saldırılar ve sürgünler başladı. 80 darbesiyle birlikte ildeki ileri kesimlerin önemli bir kısmı şehri terk etmek zorunda kaldı. Meydan iyiden iyiye sağa kaldı. Sonraki yıllarda merkez sağ çizgisi giderek güçlenirken, Refah Partisi iktidarıyla tarikatlar da iyice görünür oldu. AKP’nin ilk seçim zaferi bu kesimlere dayanıyordu. Yıllar içinde kurulan ağlar, özellikle devlet imkânları sayesinde işsizliğin yüksek olduğu ilde ayarlanan işler, vs. iktidar ve küçük ortağının gücünü artırdı. Özellikle 90’larda uzman çavuşluk, polislik gibi işlerde MHP’nin etkinliği yüksekti. Muhalefetin kronik sorunlarının tüm bunlara yol verdiğini belirtmek gerek. Son genel ve yerel seçimlerde AKP’den kopuş hızlandı, ama bu oylar yine Cumhur İttifakı içinde kaldı. AKP, MHP ve YRP arasında gidip geldi oylar. Şimdi bu denklemi bozacak yeni olanaklar doğdu. O yüzden gelişmeleri iyi okumak gerek.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve İstanbul’da öğrencilerin barikatı yıkmasıyla başlayan halk hareketi, birçok okulda ve şehirde miting ve eylemlerle devam etti. Yozgat’ta da geçen ay bir akşam mitingi ve yürüyüş düzenlendi. Yine Boğazlıyan ilçesinde yürüyüş oldu. Hemen sonra, Aydıncık ilçemize bağlı Kazankaya köyünde çiftçiler traktör konvoyu oluşturdu ve bu çiftçilere hemen cezalar kesilmeye başladı. Bu süreçte çiftçiler tehdit edildi. Özgür Özel’in cezaları kendisinin karşılayacağını ve durumu ülke kamuoyuna duyuracağını açıklamasının ardından, birkaç gün sonra, CHP Yozgat’ta bir çiftçi mitingi kararı aldı. Ben de o süreçte yaşadığım ilçede miting çalışmaları içinde yer aldım. Yaşadığım ufak ilçeden Yozgat merkeze yüzlerce insan miting için gitti. Traktörler yola çıktı.

Bizim ilçe de diğer Yozgat ilçeleri gibi, ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılıkla geçinen insanlardan oluşuyor. Bunun dışında esnaflık ve ticaret haricinde yapılacak çok bir iş yok. Şehre göç edemeyen işsizler için en büyük hayal, belediyede işe girmek. Hem çiftçilik hem ticaret yapan, hem belediyede çalışıp hem yine çiftçilik yapan insanlar da var. Yani çoğu insanın bir ayağı tarlada. Bunun dışında, belli bir toprağı olmayan ve sosyal yardım alan, günlük işlerde çalışanların sayısı da az değil. Burada kısaca yıllar içinde değişen üretim ve mülkiyet ilişkilerine değinmem gerekiyor.

Yozgat’ta, benim çocukluk dönemim de dâhil olmak üzere, köylerde geniş ailelerin yaşadığı dönemlerde üç kuşak aynı avluda ve aynı tarladan geçimini sağlardı. Baba, oğul ve torunlar aynı tarlayı eker biçer ve geçimini sağlardı. Zamanla, ülkede benimsenen yeni ekonomi politikaları bu kuşakları birbirinden kopardı. 12 Eylül öncesi ithal ikameci model ve devletin tarımsal üretime verdiği destek, çiftçilerin kendi topraklarında geçimlerini görece kendi ayakları üzerinde sağlamasını mümkün kılıyordu. İthal ikameci model, ülke içinde üretilenin yine içeride tüketilmesini gerektiriyordu ve talebi canlı tutmak için çiftçi daha çok destekleniyordu. 12 Eylül faşist darbesi ve 24 Ocak kararlarının işçi sınıfı ve kentlerdeki emeğin haklarına yönelik saldırıları hep konuşulur, ama taşradaki izleri pek sürülmez. Oysa neoliberal politikaların mimarı uluslararası sermayenin birinci hedefi işçi haklarıysa, ikincisi tarımdı. Tarımda piyasalaşmanın hedefi ise küçük ve orta çiftçiliği tasfiye ederek, verimlilik ve ölçek fetişizmiyle büyük (kapitalist) çiftlikler yaratmak, yani tarımı tamamen şirketlerin eline bırakmaktı. Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması, IMF ve Dünya Bankası ile yapılan anlaşmalar bunu gerektiriyordu; ve bu hedefe ulaşmak için hükümetler çiftçilere olan desteği kademeli olarak azalttı, tarıma yönelik üretim yapan KİT’leri özelleştirdi, kapattı ya da işlevsizleştirdi, tarımsal üretimde planlamayı devre dışı bıraktı ve çiftçiyi piyasanın insafına terk etti. AKP hükümetleri dönemi, bu politikanın en etkin yürütüldüğü dönem oldu. Sonuç ise, ucuz işçi ordusuna katılmak üzere köyden kentin varoşlarına göç, kalanların ise geçinmek için kendi emeğini sömürmek zorunda kaldığı bir tablo. Tarım arazilerinin de küçülmesiyle köylü toprağından kopmaya başladı. Bizim gibi küçük üretim yapanlar aslında teorik olarak çiftçi sayılmaz, çünkü toprak geçimimize yetmiyor. 100 dönüme kadar arazisi olan birçok insan üretimi bıraktı ve tarlasını kiraya veriyor. Daha fazla alanda üretim yapan ve daha çok orta çiftçi diyebileceğimiz kesim ise uzun zamandır üretmekte zorlanıyor. Çiftçilik dışında esnaflık yapmaya çalışıyor. Yani yavaş yavaş onlar da tasfiye oluyor. 500 dönüm üzerinde ve daha çok emek yoğun üretim yapan (pancar, soğan vs.) çiftçiler, bir dönem ucuz kredi imkânından oldukça yararlandı. Bu kesimler ayrıca küçük çiftçiden tarla kiralar. Sıcak paranın aktığı ve faizlerin düşük olduğu dönemlerde yeni traktörler ve tarım aletleri alan bu kesimler, Şimşek programıyla adeta sudan çıkmış balığa döndüler. Sürekli dönen para, evin önüne çekilen sıfır araçlar, bu insanlarda zenginleştikleri yanılsamasını yarattı. Bugün ise kapitalizmin çıplak gerçeğiyle karşı karşıyalar. Çoğu borcunu çeviremiyor, kredisini ödeyemiyor. Sürekli artan girdi fiyatları ve ithalat, geçmişte borcunu çevirme imkânı bulan çiftçiyi felç etti. Hasat zamanı bir bakmışsın ki yurtdışından buğday ithal edilmiş ve ürünün para etmemiş. Tüm bunların beceriksizlik, liyakatsizlik değil, gayet tercihli ve bilinçli bir politika olduğunu gözden kaçırmayalım: Tarım tekellerin eline teslim ediliyor. Sözleşmeli üretim, Tarım Kanunu, Tohumculuk Kanunu vs. tüm bu düzenlemeler de bu dönüşümün hukuki dayanakları oluyor.

Esnaflar ve tüccarlar için de durum aynı. Tüketimin azalması en çok onları vurdu. Taşrada yerel seçimlerde iktidarın aldığı yenilginin ardında bana kalırsa yine bu vardı. Şimşek programıyla birlikte onlar da yoksullaşmaya başladı.

MEYDANDA KİMLER VARDI?

Alanda baskın olanlar, işte bu saydığım orta ve Yozgat ölçeğine göre büyük üretim yapan çiftçiler ve esnaflardı.

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Bahar Direnişi’nin rüzgârı olmasa o miting olmazdı. 80 sonrası ilk protestoydu bu Yozgat’ta. Daha önce o meydanda sadece seçim mitingi kalabalıkları olurdu. Bu defa talepleri olan ve iktidarı uyaran insanlar vardı. CHP’nin de bu mitingde hakkını şu açıdan vermek gerek: Kendi başına harekete geçemeyecek kitlelerin yolunu açtı CHP. Genel başkanın katılımıyla merkezî bir miting kararı insanlara cesaret verdi. Geçen seneler içinde defalarca çiftçi eylemini tartıştık ama bir türlü o cesareti gösterecek insanlar bulamamıştık. Taşrada ekonomik, siyasi, sosyal her alandan ablukaya alınan halk için bir protesto hep riskli geldi. Ama bu defa Bahar Direnişi ve CHP’nin isabetli kararı yolu açtı.

Mitinge gitmek için araçları beklerken, kalabalıktan yanıma gelip içini döken çok insan oldu. Mesela bir abimiz, “Bu kadar yeter Murat, şu yaşa gelmiş adamım, attığım adıma bile başkaları karar verecek neredeyse, bu ağrıma gidiyor” derken, başka biri “Batmayalım diye habire borçlanıyoruz, bu iş bu iktidarla olmayacak” diyordu. İmamoğlu’nun tutuklanması, bardağı taşıran son damla oldu diyebiliriz. Yozgat emekçileri, 6-7 senedir katlanarak artan sorunları yaşıyor. Ekmeğinin küçülmesinin yanında, yerelde kurulan istibdat düzeneği, adam kayırmacılık, ağzının tadının giderek bozulması, hayattan artık hiçbir zevk alamaz hale gelmek… ve çocukları için kaygıları. İktidar destekçilerinin çocukları ballı börekli işlerde çalışırken, işsiz kalan çiftçi çocuğunun namlu ucunda yaşamlar seçmesi… Sözleşmeli askerlik, uzman çavuşluk. Millî güvenlik de yoksulun çocuğuna havale edilmiş durumda. Ya da evladı şehre göçer, iş cinayetinde yitirir, öğretmen olur atanamaz…

“TURPUNAN ŞALGAMINAN DEVLET İDARE EDİLMEZ”

Mülkiyet ilişkilerinin değişmesiyle giderek bozulan bir toplumsal doku var Yozgat’ta. Köylerde artık imece değil, köylüler arasında rekabet var. İnsanlar geçmiş günlerin özlemini dile getirirken, bilinçle değil ama içgüdüsel olarak bu duruma muhalefet ediyor. İnsanlar geçimlik değil, piyasa için ve piyasanın insafına göre üretim yapıyor artık. Köyler boşaldı, bireycilik ve rekabetçilik kalanlar arasında büyüdü.

Yozgat’ta uyuşturucu ciddi bir sorun haline geldi ve çok ocağa ateş düştü. İntiharlar arttı. Gençlere vaat edilen sadece tarikat, çeteleşme ya da uyuşturucu. Sosyal yaşam alanı diyebileceğimiz hiçbir şey yok. İldeki üniversite hiçbir gelecek vaat etmiyor, sadece işsizliği erteliyor. Şehre gelen doktor, öğretmen dahi sosyal alan yetersizliğinden dolayı şehri terk ediyor.

İktidarın kendi hegemonyasını kurmak için anlattığı o kültürel hikâye ve süslü cümleler, yıllarla beraber tel tel dökülüyor Yozgat’ta. AKP iktidarının “Anadolu devrimi” olduğunu, “azgın laiklerin yoksul ve dindar Anadolu halkını yıllarca geride bıraktığını” anlatan o büyük palavra çökmeye başladı. Yıllarca ablukaya alarak yanlarında tuttukları muhafazakâr emekçiler de meydandaydı. Anlatılan laik-muhafazakâr savaşında alınterinin ve emeğinin çalındığını fark etmeye başladı artık Yozgatlılar.

Gün be gün bunları yaşayan Yozgat halkı, işte o gün ne istediğinin bilincinde olarak meydana indi. Meydanda gençler vardı ama baskın değildi. Baskın olan 50 yaş üzeriydi ve kadınların kitleselliği göze çarpıyordu. ANK-AR araştırma şirketinin Yozgat mitingine dair verileri de bunu doğrulamış. Zaten buralarda çiftçi yaşı ortalaması 50’nin üzerinde. Gençler köylerde duramıyor artık. En tabanda yer alan yoksullar da vardı meydanda. Esnaflar, memurlar vardı; işçiler, işsizler vardı; ama eyleme rengini veren, tasfiye sırası kendilerine gelmiş orta ve büyük üretim yapan çiftçilerdi diyebilirim. İşçiler kendi pankartları ve ortak talepleriyle katılmadı mitinge, ama OSB’lerde ya da şeker fabrikalarında çalışan işçiler de oradaydı. Geçen aylarda Ritimteks adlı fabrika kilidi asıp kaçmış ve yüzlerce işçi mağdur olmuştu Yozgat’ta. Onlar da meydandaydı. Kurumsal olarak değil ama bireysel olarak katılan İYİ Partililer, Yeniden Refah Partisi’ni destekleyenler de vardı. Yozgat’taki sendikalar vardı. Geçmiş dönemde AKP ve MHP’ye oy verenlerden de katılım vardı, ama bu kitleden mitinge katılamayıp yüreği orada olanlar çok daha fazlaydı diyebilirim. Miting sonrası görüştüğümüz ve eyleme gelemeyen bu insanlar, coşku ve heyecanlarını bizimle paylaştı. Bu kesimler özellikle kemer sıkma politikaları ve Şimşek programıyla artan kredi faizleriyle artık zorlanan esnaf ve çiftçilerden oluşuyor yine. Ama siyasal gerekçeleri de var tabii. AKP teşkilatlarına merkezden yapılan atamalar, temayül yoklamasında önde gelen ismin değil de siyasi gücü en yüksek olanın yönetimde yer alması gibi sebepler, siyaseten de duygu birliğini bitirmiş durumda uzun zamandır AKP yanlıları arasında.

Yozgat’ta iktidar baskısı ve halkın korkusundan bahsetmiştim. Eylem sonrası dillere yapışan ve ülke hafızasına kazınacak olan sözlerin (“Turpunan şalgamınan devlet yönetilmez”) sahibi Abdullah amca, bu hakikati köylü diliyle haykırıyordu aslında. Mesela direkt CHP ile yan yana görünmek istemeyip kişisel olarak mitinge katılanlar da vardı. İnsanları evlatlarının işi gücüyle tehdit ettiler yıllarca. Yine kameralara pek görünmeyen ama aslında mitingdeki konuşmaları can kulağıyla dinleyen bir kesim vardı; alanın dışında duran esnaf ve diğer Yozgatlılar. Esnaf, geçmiş yıllara göre daha rahattı aslında, çünkü belediye el değiştirmişti. Artık YRP’de belediye. Ama yine de birçok esnaf ve memur, alana girmeden mitinge dahil oldular.

MUHALEFET VE HALK GÜÇLERİ İÇİN OLANAKLAR VE RİSKLER

Güç ilişkilerinin oldukça etkili olduğu Yozgat’ta, İmamoğlu’nun yükselen imajı, halkta artık saraya karşı bir alternatif doğduğu inancını besledi. İmamoğlu’nun iktidara karşı kafa tutan dili de bunda etkili oldu tabii. Yıllarca sadece sandık üzerinden siyaset yapma hakkı tanınan halk, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla sandığın da yok olma tehlikesini gördü. Yıllarca her türlü hak arama ve siyasete dahil olma araçlarını yasaklayıp sadece –üstelik eşit ve adil olmayan şartlarda– sandığı işaret eden AKP’nin şimdi halkın tek ve son umudu sandığı da gasp etmeye çalışması, bardağı taşıran son damla oldu.

80 sonrası ilde yapılan ilk kitlesel protesto olarak çiftçi eylemi, doğal olarak halk arasında Yozgat’taki mücadele tarihini de tartıştırmanın yolunu açtı. 80 öncesi Ecevit mitingiyle kıyaslamalar, eylemin yarattığı coşkuyla 80 öncesi anılarını anlatanlar… Sanırım en önemlisi, sandığa sıkıştırılmış siyaseti eleştirip sokağa hâkim olmaktan bahsettiği zaman görüşleri marjinal ve aykırı ilan edilen benim gibi isimlere, eylem anında ve sonrasında insanların duygularını (“Sen haklıymışsın” dercesine) açması, inşa edilebilecek yeni bir siyaseti, açılabilecek yeni bir yolu tarif ediyor.

Bahar Direnişi’ne ve özellikle Yozgat mitingine kadar, sağcıyla sağcılık yarıştırarak, onların diliyle konuşup oradan siyasetçi devşirerek başarı yakalanacağı fikri burada hâkimdi. Miting bu düşünce ve algıya önemli ölçüde darbe vurdu. Fakat yeniden bu anlayışı hâkim kılmaya çalışacak geri unsurlar hâlâ çok güçlü. CHP’nin kontrollü bir çiftçi hareketi istemesi riskler barındırıyor. İlde mitingin yarattığı havayı siyaseten fırsata çevirecek yapılar çok zayıf. Özgür Özel, mitingde çiftçilerin sorunlarına dair konuştu ama bunun neoliberal sebeplerini sorgulamadı. CHP’nin tüm olup biteni liyakat üzerinden açıklaması, çiftçilerin sorunlarını yaratan şeyin sistemli politikalar olduğu gerçeğini perdeleyebilir.

Taşrada iktidar rıza üretmekte zorlanıyor ve yeni bir halk siyaseti yükseliyor, ama bu siyasetin yeni kadrolara, yeni örgütlere ve yeni bir siyaset diline ihtiyacı var. İtirazın temelinde sadece ekonomik sebepler yok, ama ekonomik yönden itiraz edenlere siyasetin zaten ekmeğin nasıl paylaşılacağı mücadelesi olduğunu anlatacak ve onu siyasallaştıracak yeni bir siyasete ihtiyaç var.

Kentlerin meydanlarında ve zindanlarında direnen arkadaşlarımıza selamlar olsun!
Selam olsun yeni bir ülke için büyüyen büyük tahammülsüzlüğe!

“Unuttu dediğin dost seni arar
Alnının terini sofraya sunar
Sana kutsal gelen bin yıllık çınar
Fiske vuruşuyla yıkılır bir gün”
– Yozgatlı Âşık Kaplanî

Türk ve Türkiye Yurtseverliğine Çağrı!

Türk ve Türkiye yurtseverlerine hitap eden bu çağrının dayandığı temel bir önerme var: Türklük; Türkiye’deki herhangi bir etnik farkın adı olmaktan çok daha fazla bir anlama sahip, ekonomik-siyasi-kültürel boyutlarıyla Türkiye kapitalist toplumsal düzeninin üzerine kurulu…

Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.