Sistematik Yoksullaştırma Siyasetine Karşı Yurtseverce Sözümüz
Türkiye kapitalizminin 2018 yılında yaşanan kur atağı sonrasında belirginleşen ve son yıllarda yoksullaştırma dalgalarının gittikçe derinleşmesi ile kendini gösteren krizi, AKP’nin hem küresel hem de yerel düzeyde sermayenin çıkarlarını gözeten politikalarının sonucudur. Müteşekkir Türk yurtseverleri olarak kamuoyunu adı konmamış bu ekonomik krize emekçilerin cephesinden ve anti-emperyalist perspektiften müdahil olmaya çağırıyoruz.
Bilindiği üzere Türkiye kapitalizmi 1980 sonrasında 24 Ocak kararları ile yeni bir eşik atlamıştır. Devletin düzenleyici rol üstlendiği, iç talebi önceleyen ithal ikameci modelden, özel sektörün kollandığı, emekçi sınıfların örgütsüzleştirildiği, reel ücretlerin baskılandığı, sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği ihracat odaklı neoliberal piyasa ekonomisine geçilmiştir. Türkiye burjuvazisinin askeri darbeyi desteklemesinin sebebi memleketi küresel kapitalizme dahil etmek ve yeni birikim rejimine geçişi sağlamaktır. Bu süreçte Türkiye’nin büyüme ve tüketim dinamikleri küresel kapitalizme entegre edilmiştir. Uluslararası sermaye birikim süreçlerine tabi kılınan Türkiye’de böylece emperyalizm bir iç olgu haline gelmiştir. Onlarca yıl sermayenin kontrolsüzce büyümesi teşvik edilirken, metalaştırma siyaseti ve özelleştirmelerin faturası emekçi halk kitlelerine kesilmiştir. 2002 sonrasında IMF programını uygulama sözü ile iktidara gelen AKP Türkiye kapitalizminin neoliberal dönüşümünü başarı ile icra etmiş, sözde bağımsız kurumlar aracılığıyla ekonomiyi depolitize etmeye çalışmış, AB siyasal çıpası ve küresel likidite akışı sayesinde Türkiye sermaye sınıflarını palazlandırmıştır.
2013 Gezi isyanında Türkiye halklarının otoriterleşmeye meydan okuması, Kürt meselesinde müzakere masasının devrilerek yeniden silahların konuşması ve AB çıpasının ortadan kalkması ile iktidar bloğu hızla cebir ve şiddet politikalarına müracaat etmiştir. 2013 yılından itibaren çoklu kriz dinamiklerinin devreye girdiğini söylemek mümkündür. 2010’lara kadar küresel likidite bolluğundan yararlanan AKP rejimi, ABD Merkez Bankası FED’in faiz oranını artırması ile değişen oyunun kurallarına uyum sağlamakta zorlanmış, Türk lirasının kırılganlığını zaman zaman faiz artırımları ile idare etmeye çalışsa da nihayetinde bu politikadan inşaat odaklı büyüme modelinin dayattığı politik kısıtların gereği vazgeçmiştir. Bu politikanın doğal sonucu olarak devlet ihaleleri aracılığıyla semirtilen ve kamoyunda “Beşli Çete” olarak da anılan tefeci bezirgân grubunun çıkarları, ulusal ekonomik çıkarların önüne konulmuştur. 2013-2018 arasındaki dönemde AKP’nin sözde ekonomik başarısını mümkün kılan ihracat odaklı ve inşaat sektörünü önceleyen büyüme modelinin tökezlemeye başladığını, borçlandırma siyasetiyle ve cari açığı artırarak kriz ötelendiğini söyleyebiliriz.
Son yıllarda sermayenin iki fraksiyonu arasında tercih yapmak zorunda kalan AKP, değerli Türk lirası isteyen enerji-bağımlı büyük sermayedarlara karşı değersiz Türk lirası isteyen ihracatçılara doğru dümeni bükmüştür. Değersizleştirilen Türk Lirası ile ortaya çıkan enflasyonun yükü emekçi sınıflara bindirilmiş, dolayısıyla halkın alım gücü hızla tükenmiştir. Bugün hızla derinleşen bir yoksullaştırma döngüsünün içine hapsolmuş bulunuyoruz. Sözde cömert asgari ücret artışına rağmen, Çin modeline geçtiğimizin ilan edilmesi reel emek ücretlerinin dünya standartlarının çok gerisinde kaldığına işaret etmektedir.
Burada belirtmek isteriz ki iktidarın stratejik hamleleri ile sermayedarlar karlarını hızla artırırken, krizin faturası toplumsallaştırılmaktadır. Türkiye burjuvazisini kurtarmak için emekçilerin esaret altına alındığı yeni “Türkiye ekonomi modeli”ni tümden reddediyoruz. Halk kitlelerine vaadedilen karın tokluğuna çalışma rejimini kabul etmiyoruz. Ülkenin doğal zenginliklerinin ve ekonomik birikimlerinin Körfez sermayesine yağma ettirilmesini, turist çekebilmek adına ülkemizin Muz Cumhuriyetine benzetilmesini, yurdumuza vatandaşlık bağının 250.000 dolar karşılığında ticari meta gibi alınıp satılmasını, memleketimizin kara para cenneti haline getirilmesini ve buna benzer onursuz siyasaları reddediyoruz.
AKP rejiminin “tam bağımsızlık” ve “ekonomik kurtuluş savaşı” palavraları yaşadığımız ekonomik yıkımı hasır altı etmeye çalışmaktadır. Ulusal para birimimizin Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş düzeyde değersizleşmesi ve ekonominin geri döndürülemez biçimde dolarizasyonu ile karşı karşıyayız. Son aylarda para politikasını etkisizleştirerek maliye politikası üzerinden şapkadan tavşan çıkarmaya çalışan iktidar kur oynaklığı üzerinden yandaşlarına milyonlarca dolar değerinde kaynak aktarmıştır. Tefeci bezirgân sermayenin gönlünü hoş etmek için girişilen politikalar, ekonomimizi oldukça kırılgan hale getirmiş ve ucuz işçi pazar haline getirerek emperyalistlerin ağzını sulandırmıştır. Kur korumalı Türk lirası vadeli mevduat enstrümanı, başlı başına halk düşmanı bir finansal mühendislik denemesidir, servet sahiplerinin kaybını telafi etmeye çalışırken faturayı mülksüz emekçilere kesmektedir.
Bu faturanın ilk çıktılarını yeni yıla girerken ilan edilen fahiş enerji zamlarında, getirilen ek dolaylı vergilerde, tüm halkımız birinci elden hissetmektedir.
Müteşekkir Türk yurtseverleri olarak, son aylarda meydana gelen servet aktarımlarının demokratik yöntemlerle denetlenmesini, aktarılan servetin emekçi sınıflara iade edilmesini ve her şeyden önemlisi getirilen fahiş zamların ivedilikle geri çekilmesini talep ediyoruz. Krizden çıkış için şirket vergilerinin artırılmasını, büyük ölçekli ve manipülatif finansal işlemlere ek vergi getirilmesini, sermaye hareketlerinin kontrol edilmesini ve halkın geneline yayılan dolaylı vergilerle egemen sınıfların fonlanması yerine halkın emeğinden çalarak inşa edilen dev servetlerin vergilendirilmesini öneriyoruz.