Deprem Felaketi Üzerinden Taşrada Siyasallaşmayı Okumak
Ne yapacağız sorusunun cevabına belki ufak da olsa bir katkısı olur diye bu kesimleri sadece itham etmek yerine önce onları tanımaya çalışmak, onların dönüşümü altında yatan dinamikleri anlamak gerektiğini düşünerek bunları kaleme aldım. Halkla kavga ederek, ona küserek bir yerlere varılamayacağını hepimiz anladık. Büyük dönüşümler büyük mücadeleler ile olur. Her yurtseverin önündeki görev mücadeleyi büyütmektir bu yüzden. Kesin sayısını bile öğrenemediğimiz yitip giden canlarımıza borcumuz budur.
On bir ilimizde büyük bir acı ve yıkıma sebep olan deprem felaketinin üzerinden 7 gün geçmişti. Bu 7 gün bir insanı tepeden tırnağa sarsacak herşeyi içinde barındırıyordu adeta. Binlerce ölüm, ortaya çıkan yurtsever dayanışma, enkaz altındaki çığlıklar, haberleşme araçlarına getirilen akıl almaz yasaklar, halka sallanan parmaklar, hiç yüzünü görmediği insanların acısını kendi acısı bilen milyonlar… Tüm bunlar artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı duygusunu yaratmıştı bende.
Gün geçtikçe ortaya çıkan bilgiler bizlere bu felaketin göz göre göre geldiğini göstermiş ve felaket sonrası ülkeyi yönetenlerin kriz yönetimindeki tutumu öfkeyi doruğa çıkarmıştı. O gözyaşları ve enkazlar altında bir şeyler değişmeye başlıyordu içten içe ve sessizce sanki.
İşte içimde bu duygu ve düşüncelerin boy gösterdiği bu yedinci günde bir ihtiyacımı karşılamak için sürekli gittiğim bir dükkana girmiştim. Dükkanda siyasal konumlanışımı bilen birisi -sanırım ön almak ihtiyacıyla olsa gerek- gündeme girdi aniden ve iktidarı her zamanki klişelerle övmeye başladı. O an yaşadığım sarsıntının en kuvvetli olduğu andı. Sebepleri ve sonuçları itibarıyla iktidarın büyük sorumluluğunun olduğu böylesi bir büyük felakette ‘dahi’ iktidarın yaptığı yolların güzelliği üzerinden iktidar savunusu yapmak ihtiyacı hissetmek ve orada konumlanma gereği duymak nedendi? Neden safını bir kez daha ilan etmek zorunda hissediyordu?
O gün bu sarsıntı aklımdan çıkmadı bir türlü. Aynı zamanlarda sosyal medyada paylaşılan ve AKP seçmenine felaketin sorumlularını soran bir anket de düştü önüme. Büyük çoğunluk iktidardan başka herkesi suçluyordu. Bu ilk zamanlar henüz kitle iletişim araçlarıyla muhalefete kentsel dönüşüme karşı olmak üzerinden sorumluluğun fatura edilmediği, muteber din adamları üzerinden kader planı anlatısının piyasaya sürülmediği zamanlardı. Taşrada yaşayan kendi halinde ama artık büyük bir sarsıntı içinde olan bir küçük çiftçi olarak aklımın yettiği kadar cevaplar aramaya çalıştım. Bu yazı o yüzden ortaya çıktı. Dükkandaki o kişiyi düşünürken birden aklıma bu kişinin içinde olduğu iş kolu geldi; inşaat. Bu kişi inşaatlarda, evlerde fayans seramik işi yapıyordu uzun zamandır. Esasen bir kol emekçisiydi. Aile boyu tarımla geçimlerini sağlamışlardı, ama işte artık bu yetmiyordu.
İşte tam burada AKP iktidarının seçmen ve kitle dinamiği ve AKP’li yıllarda altın çağını yaşayan inşaat arasındaki ilişkiyi anlamak gerektiğini düşündüm. İktidarın inşaata dayalı birikim rejimi hepimizin üzerine çökmüştü ve bu birçok kişinin yıllardır üzerinde durduğu zemini sarsmaya başlamıştı.
İktidar-inşaat ilişkisine dair herşey söylendi ve söylenmeye devam edecek. Ben kendi gözlemlerim ile inşaat ve kitle mobilizasyonu arasındaki ilişkiye değineceğim kısaca. AKP’nin inşaat tercihinin ardında yatan motivasyona baktığımız zaman koca binalarla beraber bir sermaye birikimi, kültür ve toplum inşasını da görüyoruz. İnşaat sektörünün birçok farklı sektör ve alt sektörle ilişkisi var. Üretimi ve tüketimi tetikleyebilme kapasitesi var. Örneğin başka sektörlerdeki ürün ve hizmetleri girdi olarak kullanıyor: demir, beton, mimarlık, vs.
Ayrıca sektörün çıktısı olan konutlar başka sektörler için canlandırıcı oluyor. Örnek olarak mobilya, beyaz eşya, otomobil, vs. Konutu boyayan işçiden tutun da musluğunu takan tesisatçıya kadar birçok işkoluyla ilişki içinde. Bu ilişkiler sayesinde inşaat Akp döneminde ekonominin lokomotifi olarak kabul gördü.
Yaşadığım ufacık ilçede bile buna bağlı değişim ortadaydı. Birden bu sektörle ilişkili dükkanlar ve işkolları mantar gibi türemişti. Bu durum kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının işlediği coğrafyanın tam göbeğinde, yani taşrada istihdamı, rantı ve daha iyi yaşama koşullarını (?) geliştirmişti. Taşrada AKP’yi en cazip yapan şey bence buydu. Üretimin ve sanayinin belli merkezlerde toplandığı ülkede taşranın her köşesi şantiyeye dönmüş ve böylece herkes için yeni fırsatlar yaratılmıştı…
İşte yukarda bahsettiğim kişinin siyasallaşmasının maddi temeli tam olarak buydu.
İnşaat sektörünün büyüme ve tüketim üzerinde de dolaylı olarak etkileri oldu. Yükselen konut fiyatları ev sahiplerine zenginleştikleri duygusu verdi. Bu hissiyat daha fazla tüketimi teşvik etti. Sıcak paranın bol bol ülkeye aktığı ve ucuz kredilerin verildiği uzun bir dönem yaşandı. Emek yoğun bir sektör olarak inşaat tüm kuralsızlığı ve acımasızlığı ile de olsa istihdamı artırdı.
Bu banka kredileri konusu uzun uzadıya ele alınmalı tabi. Toplumu borçlandırarak kendilerine bağımlı hale getirirken mesela bir çiftçiye bu ucuz krediler sayesinde daha büyük bir traktör alma imkanı sunuldu. Birden lüks New Holland marka traktörlerin her yeri sardığını hatırlıyorum. Traktörüne bakıp daha da zenginleştiğini düşünen köylü New Holland tekeli için uzun yıllar ucuz kredilerle alınterini dökmeyi çok sorun yapmadı. Bankalar da uluslararası tekeller de köylü de o an için kazançlı çıkıyordu ne de olsa.
İnşaata tekrar dönersek; her yerde mantar gibi müteahhit türerken bu müteahhitler yerel siyasette de büyük güç kazandı. İktidar tüm kurumları kendine göre dizayn ederken taşrada ufak bir ilçede bile bir oligarşi ortaya çıktı. Siyaseti bunlar finanse etti, yerel medya üzerinde etkileri arttı. Deyim yerindeyse halk kuşatılmıştı ve inşaat pastasından yiyenler ülkede ve yereldeki bu kuşatmanın kendileri lehine olduğunu düşünerek destek verdi.
İnşaat işinde başı çekenler geleneksel İstanbul sermayesi değil İslami kapitalizmin şanlı komutanları Anadolu Kaplanlarıydı tabiki. Anadolunun sıradan yurttaşı sınıfsal inkara varan bir güdüyle bu aslanları kendi temsilcisi görmeye meyletti. Yazının bu kısmından itibaren gözlemlerime dayanarak iktidar tabanını 3 gruba ayırıp kısa analizlerde bulunacağım.
AKP Kitlesindeki 3 Eğilim
1- Siyasal İslamcı Eski Milli Görüşçüler
Bunlar taşradaki siyasallaşmanın ideolojik yakıtını sağlayan, Milli görüşün uzun yıllar içinde oluşturduğu ve AKP’nin üzerine konduğu ana katman diyebiliriz. Bu katman zaten Refah Partisi iktidarı döneminden itibaren devlet olanakları vasıtasıyla biçimlenmişti. Esasen sanayileşmenin gelişmediği ve ciddi istihdam sorunu olan bölgelerde Özal’dan itibaren bürokraside yer edinmeye başlayan bu kesimler ellerindeki devlet imkanları sayesinde kitle desteği sağladı. Bu durum AKP döneminde büyüyerek devam etti.
Bu katmana kuşkusuz tarikat ve cemaatleri de dahil etmek gerekir. Sosyal devletin olmadığı her alanı bunlar doldurarak kitleleri kazanırlar. Neoliberal ekonomi bu yüzden bunlar için büyük nimettir.
2-Muhafazakarlar
Bunlar dindar bir hayat yaşayan ama nihai olarak da şeriatı istemeyen geniş bir kesimdir. Genelde eski merkez sağ partileri destekleyen bir katmandır. Yaşam tarzı ve dünya görüşü olarak merkez sağa daha yakındırlar. En büyük abluka bu kesim üzerindedir. İnşaata dayalı birikim modelinde bu kesimler de bazı imkan ve ayrıcalıklar elde etmiştir. Birinci katmana geçişler olmakla beraber iktidarın hegemonya mücadelesinde biçimlendirmeye özel önem verdiği bu katman adeta devlet zırhı ile kuşatılmış, böylece başka siyasetler ile ilişkisi kesilmeye çalışılmıştır. Mahalli baskı ve en tepeden tehditler ile iktidarın yanında hizalanmaları sağlanmıştır. “Nankörlük” yapmamaları yönünde ve iktidara olan borçlarını unutmamaları gerektiğine dair sürekli hatırlatmaların muhataplarıdırlar. İktidar bu katmanı birinci katman içinde eritmek istemektedir.
3- Daha Pragmatist ve Kaypak Katman
Bunlar tahmin edeceğimiz gibi her dönemin insanı olanlar. Yeri geldi mi Kudüsü küffarın elinden kurtaran yeri geldi mi pudra şekeri ile vecde gelen kesimlerdir. Daha çok liberal ve güce tapan unsurlardan oluşurlar. Lümpen-apolitik tipler çok fazladır bunlar içinde. Neoliberal dönüşümde aslan payını kapmasalar dahi tatmin edici bir zenginliğe ulaşmışlardır. Her an dönmeye hazır ve sallantıda olan bu katman son dönemlerde yeni pozisyonlar almaya başladı bile.
SONUÇ OLARAK
Suat Yalçın hocamın söylediği gibi: Aslında bütün bir millet olarak bu depremin en büyük artçısının gözümüzün önünde yıkılan ve tarumar olan bir devletin enkazı olduğunu gördük ve bütün bir ulus olarak onun altında kaldık.[i] Yazının başına dönersek, o ilk andaki kişi yıllardır üzerinde durduğu ve oradan beslendiği zeminin ayakları altından kaydığını görmeye başladı ve onun telaşı içinde kendi safını ilan etmek zorunda kaldı belki de.
Memleketim olan Yozgat’ta iktidarın neoliberal ekonomi politikalarının bir gereği olarak önce satılıp sonra yıkılan büyük Tekel fabrikası ve şimdi onun yerinde olan konut sitesi, taşradaki ve ülkedeki dönüşümün özeti gibi adeta benim için… Dönüşümün simgesi o görüntü.
Kamusalcılığın tasfiyesi için icra edilen neoliberal dönüşüm tüm toplumu da dönüştürdü aynı zamanda. Bir dönemin sonuna geldik. İnsanlar arasında sık sık şu muhabbetleri duyuyoruz: Bu iktidardan kurtulduk diyelim, geride bıraktığı bu kitle ne olacak? Yıllarca yapılan onca zulümde iktidarın koşulsuz safında yer almıştı bu insanlar ne de olsa.
Ne yapacağız sorusunun cevabına belki ufak da olsa bir katkısı olur diye bu kesimleri sadece itham etmek yerine önce onları tanımaya çalışmak, onların dönüşümü altında yatan dinamikleri anlamak gerektiğini düşünerek bunları kaleme aldım. Halkla kavga ederek, ona küserek bir yerlere varılamayacağını hepimiz anladık. Büyük dönüşümler büyük mücadeleler ile olur. Her yurtseverin önündeki görev mücadeleyi büyütmektir bu yüzden. Kesin sayısını bile öğrenemediğimiz yitip giden canlarımıza borcumuz budur.
[i] https://yurtseverce.com/2023/03/18/devletin-enkazi-altinda-kalan-millet/