Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Tahmini Okunma Süresi: 3 dakika

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve İsrail tarafından zayıflatılan Hizbullah ve İran’ın askeri desteğinin yokluğunda rejimin kendi ayakları üzerinde duramayacak bir iç çürüme yaşadığını gözler önüne serdi.

Peki, rejimin yıkılması ve Suriye’nin farklı muhalif aktörlerin kontrolüne girmesi süreci nasıl değerlendirilmelidir? Yaşanan, son laik Arap devletini yıkan bir emperyalist destekli gerici işgal mi ya da coşkuyla ya da çeşitli rezervlerle selamlanması gereken bir devrim mi? Bu soruların cevabı ancak bir ilkesel netleşmeyle birlikte verilebilir.

1. Toplumsal düzen üretimi araçlarının (devlet) bir sömürgecinin, diktatörün ya da hanedanın elinde oligarşik biçimde toplanmasına karşı, toplumsal düzen üretimi araçlarının liberal-milliyetçi temsiliyetle ya da komünal-doğrudan tarzlarda kamusallaştırılmasına yönelik cumhuriyetçi/ulusal egemenlikçi eylem meşrudur.

2. Bu kamusallaştırmaya yönelik eylemin bölgesel ya da küresel hegemonların plan ve hesaplarıyla çakışması, yerel ya da milli aktörlerin bu çakışmayı bir artıya çevirmek üzere bölgesel ya da küresel aktörlerin desteğini almaya kalkışması eylemlerin meşruiyetini ortadan kaldırmaz. Keza bu kamusallaştırma eyleminin sonuçlarının emperyal ya da bölgesel hesaplara yarayıp yaramadığı da bu eylemin meşruiyetini iptal etmez.

3. Burada iki sınırdan bahsetmek gerekir:

a) Küresel ya da bölgesel aktörden alınacak destek, doğrudan ve dolaysızca yerel/milli aktörü bu küresel ya da bölgesel aktörün iradesi olmayan bir uzantısı ya da aparatı konumuna düşürüyor mu? (Bugün Ukrayna’da olduğu üzere)

b) Toplumsal düzen üretimi araçlarını kamusallaştırmaya yönelik cumhuriyetçi eylem eşzamanlı olarak geçiştirilemeyecek ayrımcılıklar, şiddet ve dışlama pratikleri üretiyor mu?

4. Bu kriterler ekseninde bakıldığında Türkiye’nin doğrudan uzantısı ve aparatı niteliğindeki Suriye Milli Ordusu’nu ulusal egemenlikçi bir irade olarak görmek doğru olmaz.

Kürt siyasal hareketi, küresel hegemonların desteğini almakla birlikte ve dolayısıyla özgür iradesinde ciddi kesintiler ortaya çıkmasına rağmen dolaysız bir emperyalist aparatı olarak görülemez. Keza hâkim olduğu alandaki ulusal egemenlik iradesinin etnik ve dinsel gruplar ve kadınlar bahsinde kapsayıcı olmaya gayret eden bir çizgide olduğu görülmektedir.

HTŞ de keza küresel ve bölgesel hegemonların desteğini almakla birlikte bu destekten fazladır ve bir aparat statüsüne indirgenemez. HTŞ bağlamındaki temel sorun, geçmişi ve ideolojik-örgütsel kompozisyonuyla anti-Şii/Alevi, kadın düşmanı, seküler yaşam tarzına toleranssız bir çizgide bulunuyor oluşu ve ayrıca diğer azınlıklar ve Kürtler üzerinde her an şiddet üretmeye açık olmasıdır. Tüm nüfus gruplarının ayrım gözetmeksizin temel haklarının korunacağına yönelik verilen sözler ve IŞİD pratiğinin mahkûm edilmesi bu açıdan olumlu olarak görülebilse de, hem HTŞ yapısının çoğulluğu hem de ideolojik ve siyasal müktesebatının buharlaşıp hızla liberal bir evrime uğrayacağını varsaymanın temelsizliği birlikte düşünüldüğünde, seküler olmayan Sünni Arap kesimlerin dışında kalan kesimlerin HTŞ zaferinde neden bir coşkuya ve ümide kapılması gerektiği sorusu cevapsızdır. Görünen o ki, HTŞ toplumsal düzen üretimi araçları üzerindeki Esad rejiminin oligarşik mülkiyetine son vermeye yönelik özellikle Sünni Arap nüfustaki ulusal egemenlik iradesini temsil etmekle beraber oligarşik mülkiyetten kurtarılan toplumsal düzen üretimi araçlarını kamusallaştırmaya yönelik bir kapsayıcı kamusal-demokratik anlayıştan yoksundur. Burada temenniye ve iyimserliğe yer yoktur.

Hele şu ana kadar paranteze aldığımız Türk-Sünni emperyal faşizmi, Siyonizmi ve emperyalizmi de resme dâhil ettiğimizde bölgesel sonuçlar düzeyinde de HTŞ’nin zaferinin halkların kurtuluşunu cesaretlendiren bir ileri adım olduğunu söylemek yine mümkün değildir. Türk-Sünni emperyal faşizmi Esad’ın devrilmesiyle Suriye üzerinde hegemonik bir etkinlik alanı kazanırken, HTŞ’nin zaferini kendi emperyal emellerinin gerçekleşmesi olarak sunarak Türkiye içinde sorgulanan iktidarını tahkim etmeye yönelik önemli bir mevzi kazanmıştır. Emperyalizm ve Siyonizm ise hem İran’ı zayıflatmak hem Filistin davasının askeri ve lojistik imkânlarını darbelemek, hem de Doğu Akdeniz’deki kontrol alanını daha da derinleştirmek imkânına kavuşmuştur. Bölgesel ve küresel meşruiyetini güçlendirmek üzere HTŞ, anti-Hizbullah ve anti-İran yönelimini devam ettireceğini beyan etmekte ve Türk-Sünni emperyal faşizmi, Siyonizm ve emperyalizmin bölgedeki askeri ve siyasal operasyonlarında işlevli olabileceği mesajını iletmektedir.

5. Ulusal egemenlik iradesine yer açma konusundaki beklentileri tamamen boşa çıkaran, biraz olsun esneme kabiliyeti olmayan bir rejimin ilericilik-anti-emperyalizm-laiklik iddialarının ancak bir diktatörlüğün meşrulaştırılmasına yönelik mazeretler olduğu, böylesi bir rejimin ölümüne yas tutulamayacağı açıktır. Kitlelerin ulusal egemenlik coşkusu önderliğinden bağımsızlaşabilir mi, halkların kurtuluşu için kendi özgün güzergâhını yaratmaya meyledebilir mi? Tarihin ilerleyişinin tek boyutlu olmadığını akılda tutmakta fayda var. Belirgin ve dolaysız düzeyde emperyalizmin, Siyonizmin ve Türk-Sünni emperyal faşizminin kazanımı olan Esad rejiminin çöküşü, olasılıkları biriktiren bir başka düzeyde Suriye halkının kendi kaderini tayin etme iradesi doğrultusunda ileride atabileceği daha cesaretli ve gerçek adımlar için bir tarihsel referans hâline de gelebilir. Tarihin ucunu açık bırakmak, halkların gücüne ve potansiyeline güven duymak zorundayız.