1980 Öncesi Sol Siyasallaşma ve Aşık Şiiri

Tahmini Okunma Süresi: 7 dakika

Federico Garcia Lorca’nın ölümü üzerine yazılan ve ona en çok yakıştırılan öykülerden birinde Lorca’nın cesedinin 6 çingene kadının omuzlarında mağribilerin ve çingenelerin yaşadığı Alhacaba tepesine götürülerek bilinmeyen bir yere yalnızlığı anlatan ‘solea’ denilen şarkılar eşliğinde gömüldüğü anlatılır. Gerçekten Lorca’ya en yakışan tören budur belki de.

İspanya iç savaşının başlarında faşistler tarafından 38 yaşında katledilen halkın ozanına İspanya halkının saygı duruşudur bu öykü.

Belli ki o eşsiz dizeleriyle halkına dokunabilmiştir. Ekmeği özgürlük ve onurla birleştirmiştir. İnsanların sadece maddi çıkarlarına hitap etmekle kalmamış aynı zamanda insanlık duygularına da hitap eden bir sözü inşa etmiştir. Zaten etkili bir sol siyaset de böyle olmak zorunda değil midir?

Bu yazımda ben de Türkiye üzerinden birşeyler anlatmaya çalışacağım. Belki de uzun zamandır gördüğüm bir boşluğu. Beni de değiştirip dönüştüren şeyi anlatmaya çalışacağım; Türkiyede halk şiirinin siyasallaşması ve 80 öncesi taşrada sol siyasallaşmada aşık şiirinin rolünü.

Halk Şiirinin Siyasallaşması

Şu milleti güruh güruh gezelim

Mazlumları bir katara dizelim

Zalimlerin sarayını bozalım

Yıkalım bakalım nice olursa olsun

Pir Sultan Abdal

Geleneksel aşık şiirinde karşımıza çıkan taşlamalar aslında kurulu düzene eleştiriden başka birşey değil. Çürümüş düzenden, yoksulluktan, ‘elinde kamçısı yoksulu ezen’ devlet adamından bahsedilir. Göçebe aşiretlerin yada yoksul köylünün Osmanlıyla çatışmalarının başlamasıyla taşlamalar da politikleşmeye başlar. Kurulu düzenin karşısına ise çözüm olarak alternatifler konur. Pir Sultan ‘şaha gidelim’de bulur çözümü, Dadaloğlu ise varolan göçebe düzenin devamını ister. Serdari ve Ruhsati örneğinde halkın günlük yaşamı daha fazla görünür olmaya başlar :

Efendim nazar kıl arzuhalime

Açlıktan madde ile bir diyeceğim yok

İane buyurmuş devletli beyim

Akşamdan sabaha yiyeceğim yok

Ruhsati

Yıl 1880ler. Büyük bir kıtlık var. Rençber Çolak Hacı Serdari kimliğiyle durumu anlatmaya çalışır :

Zenginin sözüne beli diyorlar

Fukara söylese deli diyorlar

Zamane şeyhine veli diyorlar

Gittikçe çoğalır delimiz bizim.

Kıtlık destanında da dönemin sınıfsal çelişkilerine değinir Serdari.

Selçuklu’dan itibaren bu topraklar sınıf savaşını birçok defa görmüş. Engels’in de Alman Köylüler Savaşında söylediği gibi bizde de bu savaşım kimi zaman dinsel ve mezhepsel çatışmalar görünümlü olmuş.

Bu çok önemli ve farklı bir tartışmanın konusu tabi. Ayrıca uzun uzadıya yazmak lazım.

Aşık şiiri bu sınıfsal çatışmaları ele alıp günümüze kadar ulaşmasına aracı olmuş :

Şalvarı şaltak Osmanlı

Eğeri kaltak Osmanlı

Ekende yok biçende yok

Yemede ortak Osmanlı

Cumhuriyet Döneminde Aşık Şiiri

Cumhuriyetle beraber ise artık yeni bir devlet kurulmuştur. Devlet ağa ve eşrafla beraber halka da ulaşmak istemiş kültürel hegemonya inşasında âşıklara önem vermiştir. Bu dönem bir nevi ateşkes dönemidir aslında. Eleştiri yerini yeni Cumhuriyeti anlatmaya ve onu övmeye bırakır. Halkevlerinde ve Köy Enstitülerinde aşıklara görev verilir. Bu dönem ilk akla gelen Aşık Veyseldir tabiki. Aşık şiiri uzlaşmacıdır bu dönem. Cumhuriyeti kuranlar vatanı kurtarmıştır, artık taşlama yada yergiye pek yer yoktur. Halk Şairleri Bayramları düzenlenir Halk Şairlerini Koruma Dernekleri açılır. Yeni devletin ve rejimin halka benimsetilmesinde önemli bir yeri vardır artık halk şiirinin.

1960’lara doğru geldiğimizde ise muhalif ve protest tavır giderek belirginleşmeye başlar halk şairlerinde.

Türkiye İşçi Partisi ve Âşıklar Derneği

“Bu dönem TİP’in kuruluş yıllarına rastlıyordu. TİP yöneticileriyle ilişki kurduk. Bize yalnız onlar sahip çıkıyordu. Başka kimseyi tanımıyorduk, bizimle ilgilenen yoktu. Bir  şıklar Derneği kurmamız gerekti. Nedeni şu idi. Türkiye’de halk ozanları sürekli ezilmişlik, yoksulluk içinde yaşamışlardı. Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmaları gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptık.  şıklar Derneğini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çeşitli yerlerde konserler vermeye çalıştık. Bu çabalarımızda başarılı da olduk. Dost Fikret Oytam’ın ve Gazeteciler Sendikası’nın desteği ile konserler verdik. Zamanın Turizm Bakanı Nurettin Ardıçoğlu’na çıktık, yardım istedik. O zaman TRT doğrudan Turizm Bakanlığına bağlı idi. Radyo’dan Nurettin Ardıçoğlu’nun direktifi üzerine  şık İhsanî’ye Kul Ahmed’e ve bana söyleme izni verildi.”

Aşık Mahsuni Şerif o dönemi böyle anlatıyor. 60’lar ülkede halk hareketleri ve devrimci mücadelenin yükseldiği dönemler. Bir taraftan da köyden kente göçün hızlandığı zamanlar. Mahsuni Şerif ve Aşık İhsani bu süreçte politikleşen aşık geleneğinin iki büyük temsilcisi. Aşıklar Derneğiyle beraber geleneksel icra mekanlarından çıkıp (köy kahvesi köy odası vs) miting meydanlarında konferanslarda daha kalabalık kitlelerin karşısına çıkıyorlar. Büyüyen mücadele onları da etkiliyor. Toplum politikleştikçe onlar da politikleşiyor, onlar politikleştikçe dinleyicileri de politikleşiyor. Türküleri propaganda aracına dönüşüyor. İletişim araçlarının oldukça kısıtlı olduğu bu dönemlerde Anadoluda birçok yerde konserler veriyor, taşranın halini türkülerinde işliyorlar :

Mahzuni bu dertler derin

Aferin bey’ler aferin

Vay haline vay köylerin

Öldürecek zam fakiri

..

Bizim köyün kel ağası bir sabah,

Çökmeye başladı, çöktü ha çöktü,

Boğazından aldığını, burnundan

Dökmeye başladı, döktü ha döktü

..

Vermezken fakire izbeyi, ini

Ta yerin dibinde buldu kendini,

Topraksız yaşayan sular bendini

Yıkmaya başladı, yıktı ha, yıktı.

İhsani

Aslında halk şiirinde politikleşmenin kıvılcımı 40’larda başlar. Bu dönem Chp’yi eleştirenler vardır. Aşık Ali İzzet Özkan Halk Partisini eleştirirken Demokrat Parti’nin kurulmasıyla bu partinin yanında yer alır. O dönem sosyalist siyasetçilerin de kuruluşunda Demokrat Parti’ye destek verdiğini biliyoruz. Fakat daha sonra Demokrat Partide de umduğunu bulamaz bu aşıklar ve onu eleştirmeye başlar :

Kral öldü put kırıldı

Halas olduk cehaletten

Zulmun sarayı yıkıldı

Kurtulduk biz esaretten

diyerek DP’nin zaferini kutlayan Aşık Ali İzzet daha sonra :

Bunların mevki kazanmak fikri

Düşünen kim bizim gibi fakiri

Has kumaşık dedi bize her biri

Kendir çıktı keten çıktı çul çıktı

diyerek DP’ye sitem eder.

Aşık Ali İzzet daha sonra Tip’e katılır ve  Âşıklar Derneği bünyesinde birçok yerde konserler verir.

Bu aşıklar geleneği yaşatıp halkın sıradan yaşantısını şiirlerinde anlatırken tıpkı Pir Sultan ve Dadaloğlunda olduğu gibi alternatifi de sunarlar :

İşimiz bu heheytbe

Sosyalizmi örüyoruz

Kırmızı bir bayrak gibi

Maviliğe yürüyoruz.

İhsani

Sınıf mücadelesinin keskinleşmesi aşıkların kalemini de kesinleştirir. Cumhuriyetle beraber aşık şiirinde önemli bir yer tutan Aşık Veysel yükselen muhalif dalganın içinde yer almaz. O dönemlerde Veyselin tavrı eleştirilir :

Çok dokundu mızrap ile tellere

Bozuk perdeleri görmedi Veysel

Ağıt yaktı bülbül ile güllere

Dikene elini sürmedi Veysel

 

Der Zamanî Veysel büyük ozandı

Halkın değil kendi kendin yazardı

Sözü hançer iken kaçıp saklandı

Zalimin başına vurmadı Veysel

Aşık Zamani

Hasan İzzettin Dinamo da Aşık Veyseli yoksul Anadolu halkının sözcüsü olmaktan çıkıp Ankara bürokrasisinin eğlencesi olmakla suçlar hatta.

Âşıklar o dönemin mücadelesi içinde hemen her konuya eğiliyorlar. Halkın günlük yaşamı zamlar, ağalık düzeni, emperyalizm ve direnen 68 kuşağının yiğitliğini anlatırlar halka

Doğudan batiya bir ses yükselir

Yiğitler, yiğitler bizim yigitler

Gavur daglarindan Dadallar gelir

Yigitler, yigitler bizim yigitler

Mahsuni Şerif

Belirtmek gerekir ki bu aşıkların sıradan halkta bu denli karşılık bulması tıpkı kendileri gibi yaşamalarından geliyor. Köy kahvesinden çıkıp meydanlara çıkıyor ve köylünün ahvalini tüm ülkeye anlatıyor ve hesap soruyordu bu insanlar. Üstelik bunlar uğruna hapse atılıyor işkence görüyorlardı. Halkın kolektif belleğindeki kahramanlık şiirleri ve hikayeleri onların dizelerinde 20.yyda hayat buluyordu.

Benim çevremde ve genel olarak taşrada 80 öncesi dönemin atmosferi içinde gelişen siyasallaşmada bu aşıklarımızın belirleyici bir tarafı vardı. Öteki faktörler bir yana, diyebiliriz ki kitap okuyup teori öğrenerek politikleşmedi bu insanlar.

Onlar bu aşıklar sayesinde öğrendi solun ne olduğunu, ülkede olup biteni. Düzeni onların dizeleri sayesinde çözdüler. Bu düzene karşı kimlerin nasıl mücadele ettiğini öğrendiler. Sol hareketin kitleselleşmesi ve onca kara propagandaya rağmen taşrada halkta karşılık bulmasında önemli bir etken oldu aşık şiiri. Üstelik bir ayağı halkın tarihinin içindeydi. Âşıklar hem öğretmen hem de ulaktı adeta.

Devrimci müziği tartışırken tabi ki bunun öncülü sayılabilecek Ruhi Su’yu unutmamak gerek. Klasik batı müziğini halk türküleri ile birleştirir Ruhi Su. Uçsuz bucaksız bozkırın ufkunu genişletir.

O dönemler popüler olan rock müzik ile halk müziğini birleştiren isimler de kendine karşılık bulur taşrada. Cem Karaca Edip Akbayram Selda Bağcan vd. Bu isimler sosyalist şairlerin şiirlerini besteleyerek halka ulaştırır. Nazım Hikmet Novodeviçi mezarlığından taşraya misafir olur birden. Ahmed Arif ve daha niceleri.

Âşıklar şairler devrimciler işçiler köylüler aynı yer sofrasına oturur ve ‘biz’ olurlar. Acıda mutlukta sözde ve eylemde bir olurlar. Artık bu koca tarihi belleklerden silmek kolay değildir.

Şahsenem’in ahlarında

İşkence tezgâhlarında

Mayıs’ın sabahlarında

İdamlara gel eyledik.

Şahsenem Bacı

Gün geldiğinde zalimin zulmü çıkar gelir tarihteki gibi. Yiğitler geri adım atmaz, direnir, ölüme gülerek gider. Bu cüretkarlık bu gözü karalık halkın hafızasına mıh gibi çakılır. Burda yine aşıklar halkın yüreği sesi olur :

Mutluluk okuyan ozan da sensin

kader çizgisini bozan da sensin

koç yiğide idam yazan da sensin

kalem seni parça parça kırarım.

Aşık Gülabi

Gezip dolaştığım yerlerde muhabbet ettiğim insanların bu  aşıkları kimliğinin bir göstergesi olarak kullandığını söyleyebilirim. Sıradan bir köylü bile “Biz evvelden beri solcuyuz” diye söze başlarken devamında sevdiği aşıklardan şiirler okur kendini ispat etmek istercesine. Türkülerde dinlediği öğrendiği toplumsal durumlar politik bakışında etkilidir. Düzenin ve kurumların karakterine dair burdan çıkarım yapar :

aç kolumdan kelepçeyi, zinciri,

kanunsuz tüzüğe uyanlara vur.

devlet kasasından alır hıncını,

halkın haznesini soyanlara vur.

halkın haznesini polis, soyanlara vur.

Şahsenem Bacı

diye başlayarak bir şiir okumaya başlar mesela. O dönem köyden kente göç hızlansa da yine de bir hayli köylü nüfus vardır. Zaten şehre gidip gecekonduda yaşayan da kendini hala köylüden sayar.  Aşıkların türkülerinde köylüler ve onların sorunları bir hayli yer tutar zaten :

Tarlanın taşı çokmuş bu senede böyle oldu

Kara saban çatlatmış bu senede böyle oldu

Tarla sürülemedi ekin derilemedi.

Mahsuni Şerif

Köylülerin zihinlerinde yine de en çok yer kaplayan şey anti emperyalist ve antifaşist mücadelede canını verenlerdir.  Aşıkların ağıtları, kara saban, öküz, ekmek ve yeni bir ülke için canını yere serenleri Mehmet emminin yüreğine kazır. Sonra birgün evladı olur Mehmet emminin ve adını gururla Deniz kor.

Bugünün müziğine dair yazacak çok şey var. Bugün sol harekete dair de yazabilecek çok şey var. Yıllardır tartışılır bunlar zaten. Ama bu tartışmalarda görebildiğim kadar eksik olan yada yeterince anlatılmayan bişey var. Bugün yükselen aşırı sağ halkın duygularına, onları manipüle edip geri yanlarını ortaya çıkarmak için olsa bile hitap edebiliyor. Sokak röportajında vatandaş Erdoğanı neden desteklediğini anlatamıyor çünkü sadece manipüle edilmiş duygularıyla bakıyor herşeye mesela.

“Artık eskisi gibi ozanlarımız da kalmadı ki be Murat, derdimizi herkese anlatsın, perişanlığımızı, garipliğimizi..” demişti bir ağbi çoban ateşinde çay demlerken. “Siyasetçiler var, derdimizi anlatıp şov yapıyor, koltuğunu sağlama alıyor, sol varsa biz niye görmüyoruz, olsa türküleri olur” diyerek sitem etmişti kendine has güzel diliyle. Zaten bu muhabbet yazıma vesile oldu. Sol kendi tarihsel haklılığına fazla anlamlar yüklüyor ama bunun kitlelerde yeterince karşılığı olmuyor. Bugün onlara inecek, onlardan öğrenip onlara öğretecek araçları yok. Devasa kitle iletişim araçları egemenlerin elinde ve hiçbir zaman solun eline geçmeyecek. Halk aşıklarını bu yüzden anlatmak istedim. Bugün ülke nufusunun büyük çoğunluğu şehirlerde tabiki, durum 80 öncesi gibi değil. Ama kentlilerin geçmişten kalma hafızaları var. Bu ülkenin hafızasının da diriltilmesi gerekiyor aksi halde kendi halinde çoluk çocuğu kendi gibi yaşayanlara düşman edenler deyim yerindeyse köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar. Umuyorum kendimizi avutacağımız bir nostalji olarak kalmaz o güzel mücadeleler.

Kul Hasanım halka danışmadıkça

Gerçekleri tek tek konuşmadıkça

Örgütsel eyleme dönüşmedikçe

Sömürünün çarkı kırılmaz ki

Aşık Kul Hasan


Not : Yazıda verilen bilgilerin önemli kısmında değerli İlhan Başgözün eserlerinden yararlandım. Folklor Yazıları ve Aşık Ali İzzet Özkan kitapları bu tarihi merak edenler için çok değerli kaynaklar.