Adil Küresel Dönüşüm

Tahmini Okunma Süresi: 5 dakika

Tüm dünya halklarının çıkarlarına uygun şekilde fosil yakıtları aşamalı olarak nasıl ortadan kaldırabiliriz? Max Ajl, tarihsel Cochabamba Halk Anlaşması’nın geleceğe ışık tuttuğunu öne sürüyor. İbrahim Kuran’ın çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.

İklim değişikliği hususunda gelecekte neler olacağını tahmin etmek biraz zor. Bir dizi soru var: Permafrost[1] ne kadar hızlı eriyor, buzullar ne kadar hızlı denize inecek, şehirler kendilerini sel baskınlarına karşı koruyabilir mi?

Fakat karşımızda duran basit bir gerçek de var: Dünyadaki tüm uluslar ve şirketler şu anda sahip oldukları kömür, petrol ve gazı yakarlarsa, insan yaşamı muhtemelen sona erer. En kısa zamanda bizlerin buna [yani, fosil yakıtlara] dur dememiz gerekiyor.

Öte yandan, basit çözümlerin işe yaramadığı, karmaşıklığın başladığı yer tam da burası. Biz oldukça karmaşık bir terim. İnsan olarak bizlerin, aynı gezegende yaşamak da dahil pek çok ortak noktamız var. Ancak bizlerin bazılarının gıda ve sair tüketim maddelerine erişebilmek için petrol ve gaz satmaya ihtiyacı varken, diğerlerinin buna ihtiyacı yok; yani pekala petrolsüz ve gazsız da idare edebilirler.

Batı Dünyanın Geri Kalanını Azgelişmişliğe Nasıl Mahkûm Etti?

Küresel sömürgeciliğin ve kapitalizmin tarihi sorunun cevabını verir. Tarihsel olarak ve şimdiye değin, Avrupa ve Kuzey Amerika başat hidrokarbon üreticileri olmalarına rağmen, petrol özellikle Küresel Güney’de bulunmaktadır – yani, sömürgecilikten ve Batı emperyalizmden çok çekmiş ülkelerde.

Petrol çıkarma ve emperyalizm arasındaki tarihsel ilişki sebebiyle, fosil yakıt üretiminden kaynaklanan zenginliğin çoğu bugün Küresel Kuzey’de yoğunlaştı. Kanada, İngiltere ve ABD gibi ülkeler artık ‘gelişmiş’ durumdalar. Bu ülkeler; sanayi altyapısı oluşturmak, ihtiyaç duydukları tahılı, sütü, eti ve gıda yağlarının büyük çoğunu üretmek ve bilimsel araştırma ve geliştirme merkezleri haline gelmek için ulusal ekonomik planlamayı kullandılar. Bu ülkelerin ekonomileri çeşitliliğe sahip – çok çeşitli şey üretiyorlar– ve farklı sektörler birbirine bağlı durumda: örneğin, parça ve alet üretenler mobilya sektörünün tedarikçisi. Böylece, elde ettikleri kârın büyük çoğunluğu yurtiçinde kalıyor, kazanılan ücret yurtiçinde harcanıyor, kendi uluslarının ekonomisine can veriyor.

Ya petrolü ve gazı tasfiye edersek ne olur? Büyük madenciler ve çok uluslu petrol şirketleri bu durumdan elbette mustarip olur. Fakat, petrolün yerine geçecek alternatif enerji mimarisi mevcut olduğu müddetçe, üretim ve ticaret büyük ölçüde sürebilir. Kuzeydeki ekonomik faaliyet, birikim, orta-sınıf yaşam devam edebilir.

Fakat Küresel Güney için durum farklı.

Angola, Nijerya, Venezuela, Bolivya, Irak ve İran gibi ülkelerde petrol ve gaz üretiminin aniden durması, ulusal ekonomileri felakete götürür. Angola’da GSYİH’nın yüzde 25’i petrolden elde ediliyor; bu oran Kongo Cumhuriyeti’nde yüzde 43, İran’da yüzde 20, Irak’ta yüzde 39. Doğu Timor’da GSYİH’nın yüzde 29’u gazdan elde ediliyor.

Bu durum Güney’in beceriksizliğinden kaynaklanmıyor. Kendi kaynaklarını millileştirmeyi deneyen ve radikal tarımsal reformlar uygulamaya kalkan halklar şimdiye kadar kanlı emperyalist müdahalelerle terbiye edilmeye çalışıldı. 1953 yılında İran’ın milliyetçi lideri Muhammed Musaddık’a karşı yapılan darbeden tutun, Irak’taki az bilinen ABD destekli darbeye ve güncel durumda Venezuela ve Bolivya’nın istikrarsızlaştırması teşebbüslerine değin farklı örneklerin gösterdiği gibi bu halklar için doğal kaynaklar üzerinde gerçek egemenlik kurmak ve kendi yeraltı zenginliğini kullanarak emtia ihracatına bağımlılığı kırmak son derece zor –ki tam kapsamlı yerli sanayiler kurmak, araştırma ve geliştirme altyapısı inşa etmek bu halklar için neredeyse imkansız.

Bunun yanında, azgelişmişlik ve bağımlılık bir fasit daire içinde daha fazla azgelişmişliğe ve bağımlılığa sebep oluyor. Sanayileşen Güney ülkeleri bile yoksul kalmaya devam ediyor. Nitekim, Kuzey’in teknolojisine, ürünlerine ve hatta tahıllarına bağımlı olan Güney servetini ve doğal kaynaklarını Kuzey’e transfere devam ediyor.[2]

Fosil yakıtları bitirme meselesini tartışırken, bu geçmişi bir kenara bırakamayız. Bugün yenilenebilir enerjiye geçişe imkân veren gelişmiş esnek sanayi dahil olmak üzere ‘kalkınma’ dediğimiz şey geçmişte Kuzey’in Güney’i yağmalaması sonucu ortaya çıkmıştır.

İklim Borçlarının Geri Ödemesi

Fosil yakıtları sonlandırmayı tartışırken, petrol ve gaz üretimi açısından Kuzey ve Güney’in farklılığını görmezden gelemeyiz. [Fosil yakıt sonrası] geçiş süreci, sömürgecilik-karşıtı, emperyalizm-karşıtı ve kapitalizm-karşıtı olmalıdır.

Bu kavram, uluslararası iklim toplantılarında kısmen dile getirilmektedir: “ortak ve farklılaşmış sorumluluk” öne sürülür. Ortak: Her devlet bir şeyler yapmak zorundadır. Farklılaşmış: her devletin aynı miktarda sorumluluğu veya yükümlülüğü yoktur.

Güneydeki ülkeler bugüne kadar hem kişi başına hem de toplam olarak Batılı kapitalist ülkelere nazaran çok daha az karbon dioksit saldı. Nitekim, sanayi yoğunluklu kalkınma ve askeri komplekslerinin inşasında Batılı ülkeler çok fazla petrol, gaz ve kömür yaktılar; hatta Güneydekilerin payını da tükettiler. Şayet küresel ısınma 1,5 santigrat derece altında tutulacaksa, Güney ülkeleri ellerindeki erişilebilir ve ucuz [fosil] enerji kaynaklarını kullanamayacaklar.

Sorumluluğun kime ait olduğu hususu, Venezüella ve Bolivya gibi radikal devletler ile emperyalist güçler arasında savaş alanına dönmüştür. Kuzeydeki [kapitalist] ülkelerin “ortak ve farklılaşmış sorumluluk” fikrini çöpe yollama girişimlerine karşı, 2010 yılında Bolivya’da bir toplantı yapılmış ve müteakiben tarihi Cochabamba Halklar Anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşma, Kuzeylilerin atmosferik alanı sömürgeleştirmeleri gerçeğine dayanarak, sanayileşmiş kapitalist ülkeleri Üçüncü Dünya’ya bir ‘iklim borcu’ ödemeye çağırıyordu..[3]

Bu geri ödeme, insafsız miktarlarda sera gazı emisyonları ile işgal edilen atmosferik alanın iadesini, kalkınma fırsatlarının kaybı ve iklim değişikliğinin etkileri ile alakalı borçları içermektedir.

Aynı antlaşmada, [fosil yakıt sonrasına] geçişi sağlamak için kapitalizmin temel direklerinden biri olan fikri mülkiyet haklarının parçalanması çağrısında bulunuldu: “Patentler…erişilebilirliği ve düşük maliyetleri teşvik etmek için, özel tekellerin elinden alınıp kamu mülkiyetine geçirilmelidir.” Ve [bu geçiş] eko-sosyalist çerçevede, “kapitalizm, yağma ve ölüm yolundan” sapmayı gerektirir.

Bunun yanında, Bolivya hükümeti, zengin ülkelerin her yıl Gayri Safi Milli Hasılalarının yüzde 6’sını yoksul ülkelere ödemesini talep etmektedir: Adaptasyon için yüzde 3, azaltmak (mitigasyon) için yüzde 1, teknoloji geliştirme ve transferi için yüzde 1 ve kapasite geliştirmek için yüzde 1 – bu yıllık olarak Amerika’nın yaklaşık 1,2 trilyon dolar, Küresel Kuzey’in ise toplamda yaklaşık 3,2 trilyon dolar yoksul ülkelere ödeme yapması demektir.

Bu tür muazzam kaynak transferinin karşısında kapitalizm daha fazla sürdürülemez, zira bu yerel ve küresel düzeyde gelir ve servet kutuplaşmasını gerektirir.

Kendi Kaderini Tayin Hakkını Savunmak

Mevcut dünya sisteminden küresel eko-sosyalizme doğru bir kopuş, ancak radikal devletlerin güçlü savunuculuğu ile mümkün olabileceğinden, Güney’in kendi kaderini tayin hakkına şimdi olduğundan çok daha güçlü bir şekilde sahip çıkmayı gerektirir.

Başlangıç noktası, Küresel Güney uluslarının sosyal, ekonomik ve ekolojik politikalarını tayin haklarının aktif bir şekilde savunulması olmalıdır. Bu, Kuzeydeki halklar için anti-emperyalizm demektir: Yaptırımlara karşı çıkmak (İran ve Zimbabve), vekalet savaşlarına karşı çıkmak (Yemen), doğrudan saldırılara karşı çıkmak (Irak), darbelere karşı çıkmak (Bolivya, 2019), ablukalara karşı çıkmak (Küba), baskıcı borç verme koşullarını reddetmek (IMF ve Dünya Bankası), son olarak emperyalist propagandaya karşı çıkmak.

İkincisi, Pentagon sisteminin, Avrupa-ABD ordularının ve bunların taşeron paralı askeri güçlerinin ilga edilmesi gerekir. Bunlar başlıca emisyon kaynaklarıdır. Aynı zamanda bunlar, Kuzey’in Güney halklarının egemenliğini reddetmek, Güneydekileri radikal yerel dönüşümlerden caydırmak için kullandığı araçlardır.

Üçüncüsü, yoksulların ve ezilenlerin çıkarlarına dayanan daha bağımsız ve eko-sosyalist politikalar izlemek üzere Güneydekilerin, halihazırda takip ediyor oldukları yeni-sömürgeci kalkınma güzergahlarını değiştirmesi gerekir: köylüler, kadınlar, yerliler, ırksal veya etnik olarak ezilenler ve gecekondu sakinleri [başta olmak üzere tüm kesimler] ulusal kalkınma projelerine dahil edilmelidir.

Burada, tarım reformu ve buna uygun teknoloji kilit rol oynayacaktır. Bilhassa yenilenebilir enerji için gerekli teknolojiyi elde etmek üzere yapılacak mali transferler kritik öneme sahiptir. Kendi kaderini tayin hakkı, aynı zamanda, bu tür politikalar için mücadele eden halkların aktif bir şekilde müdafaasını gerektirir.

Hareketlerin [Birleşik] Hareketi

Bu mücadeleyi dünya gündemine sokmak için hem ilerici Küresel Güney devletlerinin hem de Kuzey ve Güney’deki büyük toplumsal hareketlerin yeniden bir araya gelmesi gerekiyor.[4]

Bu mücadeleyi, radikal iklim söylemleriyle öne çıkan Bolivya gibi ülkelerin gösterdiği liderliğin üzerine inşa edebiliriz. Çiftçilikte ekolojik dönüşüm için dünya çapında mücadele eden La Via Campesina gibi örgütler bu potansiyel hareketlerin-hareketinin bir parçasını oluşturabilir. Kuzeydekiler için bu uğraş, dünya çapında eko-sosyalist adil bir dönüşüm çerçevesi doğrultusunda çalışan barış ekonomileri oluşturmak için mücadele anlamına gelir. Karşımızdaki en büyük engel emperyalizmdir, böyle bir platformun inşası için anti-emperyalizmi Kuzeydeki halkların gündelik siyasetinin asli unsuru haline getirmek gerekir. Bu mücadeleyi yükseltmek günümüzün en önemli meselesidir.


[1] Kutuplarda donmuş toprak tabaka, ÇN.

[2] Harriet Friedmann, ‘The Origins of Third World Food Dependence’, in H Bernstein et al, eds, The Food Question: profits versus people?, Routledge, 1990.

[3] Final declaration of the World People’s Conference on Climate Change and the Rights of Mother Earth https://www.tni.org/en/article/peoples-agreement

[4] Paris Yeros, Elements of a New Bandung: Towards an International Solidarity Front, 2021, http://www.agrariansouth.org/wp-content/uploads/2021/10/YEROS__Elements-of-a-New-Bandung__Final-.pdf

Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve…

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.