Devletin Enkazı Altında Kalan Millet
Bu deprem esnasında görüldü ki, devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla enkaz altında kaldı. Yıkılan kamu binaları, müdahale etmek için emir bekleyen kolluk kuvvetleri, AFAD, askerler, sağlık ve afetle mücadele birimleri bunun en somut göstergesidir. Üstüne üstlük bütün bir ulusa sallanan parmaklar, hala durum tespiti yapmadan çözüm bulduğunu açıklayan yetkili ağızlar üstüne tuz biber oldu.
Bu yazıyı yazmak için çok uğraşmam gerekti. Defalarca yazmaya çalıştım, bazen birkaç cümle, bazen bir paragraf bazen de hiçbir şey yazamadan vazgeçtim ama içimde bir türlü rahat etmedi. Mutlaka yazmam gerektiğini düşünüyorum. Aslında kelimenin tam anlamıyla elim ayağım kuşanmıyor. Üzerime bir ağırlık çökmüş durumda, televizyonlarda ya da internette bir şeylere kilitlenerek anlamsız bir şekilde bakıyorum. Her gün ölüm, her gün felaket, her gün acı. Defalarca yaşadığımız sahneleri daha şiddetli bir şekilde yaşıyoruz.
Sanki hiç bitmeyecek bir korku, gerilim filmi sahnesi gibi…
Elden bir şey gelmiyor. Giderek daha da çöktüğümü, içime kapandığımı hissediyorum. Tıpkı bütün bir ulus gibi, Türkiye gibi…
6 Şubat Kahramanmaraş depremi ve sonrasında bütün bir ülke enkaz altında kaldı. Daha doğrusu bölgede meydana gelen çok şiddetli iki depremin ardından yıkılan 11 şehrimizin enkazı altında kaldık. Çıkamıyoruz…
Aslında bütün bir millet olarak bu depremin en büyük artçısının gözümüzün önünde yıkılan ve tarumar olan bir devletin enkazı olduğunu gördük ve bütün bir ulus olarak onun altında kaldık.
Bu enkazın altından çıkabilirmiyiz doğrusu bilmiyorum?
Fakat mutlaka ve mutlaka bu enkazın altından çıkıp yaralarımızı sağaltıp ayaklarımızın üstünde durmamız gerektiğine sonuna kadar inanıyorum. İşte tam da budur beka sorunu, birilerinin söylediği eften püften şeyler değildir. Bizim geleceğimiz bundan sonra göstereceğimiz reflekse ve çalışmaya bağlıdır.,
Ulusun kaderi, etnik kökeni, inancı, mezhebi, yaşam biçimi ne olursa olsun birbirine bağlanmıştır. Deprem esnasında o kendiliğinden gösterdiğimiz dayanışma ve paylaşma ruhunu artık geleceğimiz ve tekrar ayakları üstüne kalkacak bir ülke için yapmak zorundayız. Sloganda söylendiği gibi
“Ya hep beraber, ya hiç birimiz”
Bu deprem esnasında görüldü ki, devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla enkaz altında kaldı. Yıkılan kamu binaları, müdahale etmek için emir bekleyen kolluk kuvvetleri, AFAD, askerler, sağlık ve afetle mücadele birimleri bunun en somut göstergesidir. Üstüne üstlük bütün bir ulusa sallanan parmaklar, hala durum tespiti yapmadan çözüm bulduğunu açıklayan yetkili ağızlar üstüne tuz biber oldu.
Yine bu depremde bütün bir siyaset kurumu enkaz altında kaldı. Böyle bir felaket durumunda birbiriyle konuşamayan, ülkenin içine girdiği felaket karşısında iki dakika sükût edip tefekkür edemeyen, birbirlerine pislik atarak kendilerini temizleyebileceğini zanneden aslında bu ülkeyi çok uzun süreden beri yöneten ve giderek içinden çıkılmaz hale gelen problemleri bırakın çözmeyi daha da karmaşık hale getiren siyaset kurumu ve siyaset esnafı enkaz altında kalmıştır.
“İş Dünyası” enkaz altında kalmıştır. Başta bu iktidarın kurulduğu günden beri en çok rant aktardığı müteahhit sınıfı olmak üzere bütün bir iş dünyası enkazın altında kalmıştır. Öyle ki bu müteahhit sınıfı ülkedeki siyaseti finanse eder hale gelmiştir. Yani tefeci bezirgân sınıfla, siyaset esnafı yapışık ikiz gibi olmuşlardır. Osmanlı’dan beri var olan ve aslında çeşitli şekillere giren ama özü itibarı ile “ayan, eşraf” kökenli tefeci, bezirgân ekonomisi iflas etmiştir. Çok azını dışarıda tutarak üretim değil, tüketim ve rant üzerine kurulu bu sistem artık yok hükmündedir.
Deprem günü STK’lara çadır satan Kızılay’ından, AFAD’ına dernekler, resmi kurumlar iflas etmiştir.
Basın, yayım, medya iflas etmiştir. Böyle bir felakette dahi yansız yayıncılık yapmayan, haberleri karartan, insanları hala birbirine kimlikleri üzerinden düşman etmeye çalışan, felaketin boyutlarını göstermekten ziyade hükümeti korumak için her şeyi güllük gülistanlık göstermeye çalışan bu sektör artık yok hükmündedir. Allah’tan internet ortamı ve sosyal medya var da, o mecralardan biraz doğru haberler alabiliyoruz. Gerisi enkazın altından el sallıyor.
Velhasılı kelam millet, bütün bu kurum ve kuruluşların enkazı altında kalmıştır ve işin en tuhaf tarafı devlet kurumlarının ve siyaset esnafının gölgesinin olmadığı yerlerde halk kendi çabasıyla çok daha doğru işleri birlikte yapabilme becerisini olağanüstü bir şekilde göstermiştir.
ÇÖZÜM MÜ?
Hadi gelin biraz da çözümü konuşalım.
Elimizde sihirli değnek yok, bugüne kadar birikmiş bu devasa problemleri bir anda çözmemiz de mümkün değil ancak ne yapmayacağımızı bugüne kadar olan uygulamalardan bildiğimiz için, ne yapacağımızı görebiliriz diye düşünüyorum.
Öncelikle bugün memlekette boy gösteren yıllardır siyasetin rantını yiyen “siyaset esnafı”na ihtiyacımız yok. Bu ülkenin tüccar siyasetçiye değil hizmet etmeyi bir ülkü haline getirmiş amatörlere ihtiyacı var. Yeni bir rüzgâra, yeni bir ruha ihtiyacı var. Birlikte düzen kurmayı, birlikte yapmayı teklif edecek insanlara ihtiyacımız var. Biz artık bize yukarıdan bakan, hiyerarşi üreten değil, bizimle aynı yerde hizalanacak siyasiler istiyoruz. Bu yaşlı ekibin artık tasfiye olup, kendisine ancak gençlik kollarında ya da kadın kollarında yer bulabilen gençlere ve kadınlara ve onların enerjisine ve aklına ihtiyacımız var.
Kamu, bizim kaynaklarımızı alıp tüketen değil, bizim sağladığımız kaynakları en iyi, en rantabl ve hepimiz için hizmet haline dönüştürecek bir yapı haline gelmeli, bize parmak sallayan değil, bize özgürlük, adalet ve refah sağlayan bir işleyişle yönetilmeli. Bize işini bilen memurlar değil, işini yapan memurlar lazım. Vatandaşa “Gavat” diyen valilere değil, vatandaşın hizmetçisi olan valilere, belediye başkanlarına ihtiyacımız var.
Kamuda yöneticilik yapan herkesin korunması değil, yaptığı hatanın veya istismarın, aldığı rüşvetin, yaptığı hırsızlığın hesabının sorulacağını bilmesi gerekmektedir. En ufak bir yolsuzluk, usulsüzlük, kayırmacılık yapanın yargılanarak hesabını vereceğini bilmesi gerekmektedir. Bu görevi yaparken halka öğreten değil, halka hiçbir inanç ve kimlik ayırt etmeksizin hizmet etmek zorunda olduğunu bilen yöneticilere ihtiyacımız var.
Bize parmak sallayan değil, bize devletin yansız ve merhametli yanını gösterecek, helallik isteyen değil, hukuk karşısında hesap veren, Cumhurbaşkanlarına, Başbakanlara, Bakanlara, Milletvekillerine, Bürokratlara ihtiyacımız var.
Bizim yaşanabilir kentlere, sağlıklı üretilmiş ve satın alınabilir ürünlere, içinde ölünmeyecek evlere, mekânlarında şiddet görmeyeceğimiz ve medeni tavırla karşılaşacağımız kolluk güçlerine, eğitimli ve dünyaya artı değer üretebilecek medeni bireyler yetiştiren, çocuklarını bilimsel değerlerle kuşatan eğitim kurumlarına, sağlığımızı emanet edebileceğimiz sağlık kurumlarına ihtiyacımız var.
Bizim sürekli bir kar hırsıyla bütün ahlaki değerleri göz ardı edip, her türlü alavere dalavereyle iş yapan, iş adamlarına değil, birlikte üretmeyi beceren, kolektiflere, kooperatiflere ihtiyacımız var.
Bizim geleceğe güvenle bakan gençlerimiz, sokaklarında güvenle ve neşe içinde oyunlar oynayan çocuklarımız, emekliliğini huzur içinde geçiren yaşlılarımız olmalı.
Bütün bunları yapabilmek içinde öncelikle etnik köken, inanç, ideoloji ve kimlikler baki kalmak kaydıyla yaşadığımız bu toprakların ortak vatanımız ve birlikte aynı kaderi paylaştığımız insanların aynı ulusun birer bireyi olduğunu kabul ederek ortak amaç etrafında buluşmamız gerekiyor.
Ben bu yazıyı yazdığım sıralarda Millet ittifakında bir kriz çıktı ve krizi yurttaş büyük bir tepki göstererek kendi direnişi ile çözdü. Bu vesileyle İnti İllimani’yi ve onların yaptığı bir şarkının, Şili halkının Pinochet’ye karşı direnişinde yaptıkları marşı hatırlayalım.
“El Pueblo unido jamas sera vencido”
“Bir halk birlik olursa onu hiçbir kuvvet yıkamaz”
Evet bir halk birlik oldu ve diktatörü gönderene kadar çok bedel ödemelerine rağmen başardı. Şu anda Şili demokrasisi dünyaya örnek işler yapmakta.
Peki biz ne yapabiliriz. İşe şu sözlerle başlayabiliriz.
“Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz”*
- Vatan Marşı (Mülkiye Marşı)
1 Yorum