“Sosyalistlerin İşçi Sınıfıyla Diyalog İçin Yeni Bir Dile İhtiyacı Var”

Tahmini Okunma Süresi: 6 dakika

Mehmet Türkmen ile Söyleşimizin son bölümünde Türkiye’deki sosyalist siyasal özne ve grupların genel bir değerlendirmesine yer verdik. Türkmen popülerleşen sosyalist simge ve isimlerin önemli olduğunu ancak mücadelenin sadece popülerleşmeye feda edilmemesi gerektiğini vurguluyor: “Sosyalizmin sadece popüler araçlarla güçleneceğini düşünmüyorum. Ama bunu hiç küçümsemiyorum, ayrıca buna ihtiyacımız da olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte Sosyalistleri, sosyalist güçleri işçi sınıfı açısından bir güç haline getirecek olan şey onların günlük mücadelesine sunacakları katkı olabilir.”

Yurtseverce: Sosyalistlerin işçilere ulaşmadaki yaşadıkları zorluklar neler? Bölgede direnişler var, bölgenin dışında direnişler var. Bu direnişler bir politik harekete evriltilebilir mi? Bu nasıl mümkün olabilir?

Türkmen: Öncelikle sorunuzun birinci kısmına cevap vermeye çalışayım; bu tamamıyla benim kendi kişisel gözlemlerim. Bir defa sosyalistlerin işçi sınıfına ulaşmasındaki sorunun çok iradi bir durum olmadığını düşünüyorum. Elbette bugün sosyalistlerin işçi sınıfıyla diyalog kurarken, onunla iletişime geçerken kullandıkları dil ve tavır konusunda bir problemleri olduğunu ve yenilenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Buna kendimi de dahil ederek söylüyorum. Ama bunun bir kısmı da ülkede egemen olan sınıfın ve ideolojinin baskınlığıyla ilişkili ve AKP iktidarı ile birlikte bunun bir kamplaşmaya dönüşmüş olduğunu görüyorum. Bu çok baskın bir faktör. Sosyalistler her şeyi doğru yapsa bile mümkün olmayabiliyor. Bu anlamda TİP örneğinin doğru bir anlayış olduğunu görebiliyorum. Kendimin dâhil olduğu bir örnek değil ama sosyalist bakış açısının kimi argümanlarının popülerleşmesi ve kitlelere ulaşması bakımından önemli olduğunu görüyorum. Ama bunu propaganda araçlarını çok rahat ve iyi anlatabilmek açısından söylüyorum.

Yurtseverce: Yani bunun sıradan bir vatandaşa sosyalizmi anlatabilmek açısından doğru olduğunu söylüyorsunuz.

Türkmen: Evet, kesinlikle bunun içeriğinden bağımsız, hatta bazen içeriğiyle de doğru olduğunu söylüyorum. Yani popüler propaganda araçlarının, örneğin sosyal medya gibi uygun olarak kullanıldığında olumlu etki yarattığını görüyorum. Adam mesela İşçi Partisinin bir üyesiyle tanışmamıştır, ama Erkan Baş’ı, Barış Atay’ı biliyor. İşte bu yüzden sosyalistlerin kendi mahallelerinin dışına çıkabilmek ve oralara seslenebilmek için bu tür araçları daha etkin kullanmaya ihtiyaçları var.

Yurtseverce: TİP’in popülist politikalarına karşı olduğunuzu söylediniz.

Türkmen: Halkın popüler problemlerine, güncel sıkıntılarına dair bir popülizme karşı değilim. Ancak ben bu popülist söylemlere, işte bu değil de şu gelirse çözer anlayışına karşıyım. Ben bu politikaları yürüten kişilerin ancak kendi örgütsel yapısına güvenmesi gerektiğini, ancak örgütsel bir birliğin sorunları çözeceğine inanıyorum. Bu şekilde yapılan bir popülizmin ben zararlı olduğunu değil, gerekli olduğunu düşünüyorum. TİP’in bu anlamda olumlu bir şeyler yaptığını düşünüyorum.

İşte bazıları diyorlar ki, sosyalistler bu memleketin dilinden anlamıyorlar falan, halbuki tam tersi bu memleketin derdinden en çok anlayanlar sosyalistlerdir. Burada sorun şu, eksik olan şu: sosyalistlerin halka ulaşma, halka seslerini duyurabilmeleri konusunda araçlarını arttırmaya ihtiyaçları var. Biçim öz tartışmasına dair de bu konuda tartışmalar var, yani sosyalistler ayrışsalar bile memleketin güncel meselelerinde aynı şeyleri düşünürler. Yaptıkları işler de bu öze aykırı değildir ama bazen biçim de özü etkiler. Aslında söylediğimiz bir şeyi doğru söylemekten ziyade onu en doğru ve çarpıcı bir şekilde ifade etmek yönünde sıkıntılarımız var. Bu söylemleri halk içinde daha etkili hale getirme ve gösterme sorunlarımız olduğu görülmekte.

Yurtseverce: İkinci sorduğuma da bir cevap gibi oldu; yani bölgede ya da Türkiye’nin değişik yerlerinde çoban ateşi gibi yanıp sönen direnişler oluyor. Bunları bütünlüklü bir hale dönüştürmenin yolu da buralardan mı geçiyor aslında?

Türkmen: Hayır, bu bir yönü, sosyalist değerlerin bugünün sorunlarını görünür kılma konusunda, sosyalist bir seçeneğin mümkün olduğunu anlatmak bakımından daha etkili araçlara ve yöntemlere ihtiyacı bulunmaktadır. Ama ben sosyalistlerin ya da sosyalizmin böyle sadece popüler araçlarla güçleneceğini düşünmüyorum. Ama bunu hiç küçümsemiyorum, ayrıca buna ihtiyacımız da olduğunu düşünüyorum. Sosyalistleri, sosyalist güçleri işçi sınıfı açısından bir güç haline getirecek olan şey onların günlük mücadelesine sunacakları katkı olabilir. Aslında biraz evvel bahsettiğim sosyalistlerin emekçi sınıfla olan bağlarının zayıflığından ve bağ kuramamasından bahsedebiliriz. Ama önemli bir kısmının bizim irademiz dışında kültürel bir hegemonya olduğunu düşünüyorum. O hegemonyanın ideolojik hakimiyeti önemli ve bunun da sınıf mücadelesinin düzeyi ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir toplumda kim egemense onun kültürel kodları da egemen ideolojiyi oluşturur. Bu bakımdan Marksizmin bu konudaki düsturuna güvenirim. Bunun kırılması, istisnası ancak şu şekilde olabilir. Güçlü bir sınıf hareketinin, örneğin Gezi’yi bunun bir örneği olarak verebiliriz, oluşması gerekir. Ancak böyle bir durumda egemen sınıfın etkisinin kırılabilmesi ve başka bir şeyin ortaya çıkabilmesi mümkün olabilir. Sınıf hareketi bu kadar istikrarsız ve geriyken sınıf mücadelesi bu kadar geriyken sosyalist bir partinin tek başına başarılı olabilmesi mümkün değildir, eğer olabilirse de ben bunun kalıcı olabileceğini düşünmüyorum. Sınıf mücadelesi ile eşdeğer bir şekilde sosyalist parti yükselmezse bunun bir köpük olabileceğini düşünüyorum. Bazen tersi de olabilir, sen popüler bir şekilde yükselir ve devamında bunu örgütlü bir şekle dönüştürürsen bunun başarılı olabileceğini düşünüyorum, bu ihtimali de reddetmiyorum. Bunun dışında sosyalistlerin başarılı olabilmesinin yolu sadece işçi sınıfının direnişi anında değil, tırnak içinde söylüyorum, “barış” anında da o işçi sınıfının mahallesine gidip orada örgütlenme ve böylece örgütlü mücadele etme yolunun açılmasıyla olur. Çünkü işçi dediğimiz emekçi gücün gerçekliğinin toplamı sadece patronlarla olan çatışması değildir. O işçinin mahallesi var, evi var, kahvesi var, futbolu var, cemaati var, yani o işçinin hayatla kurduğu bütün bağlar üzerinden bakmak gerekiyor. O yüzden salt “işte şöyle eziliyorsun, böyle hakların yeniyor” diyerek kazanamayız, çünkü ancak işçilerin kültürel bir dönüşüm geçirmesi ile politik bir kazanımın yolu açılabilir.

Yurtseverce: O zaman şunu mu söylemek istiyorsunuz: işçinin sadece düşünsel alanına değil onun duygulanım alanına da girmek gerekir?

Türkmen: Aynen, aynen, onun fikir dünyasını şekillendiren ne varsa oralara dair söz söylemek gerekir. Ama bunun merkezine sınıf çelişkisini, sınıf mücadelesini koyarak bunu yapmak gerekmektedir. Ben sosyalizmin diğer ideolojilere ve siyasetlere bakarak 5-0 geriden geldiğini düşünüyorum, çünkü binlerce yıllık dinler, medeniyetler, ideolojilere bakarak sizin onların egemenliğindeki yerlerde gedik açabilmenizin tek yolu sadece sınıf mücadelesidir. Öbür türlü ancak bir kaç kişiyi dünya bize anlattıkları gibi değilmiş diye çevirebilirsiniz, ama sosyalizm bu şekilde gelmeyecektir. Devrim olacaksa bu tek tek kişileri ikna etmekle olmayacaktır. Bu işçi sınıfını temel çelişki üzerinde, sınıf mücadelesi ekseninde örgütlemekle olacaktır. Bunun en temelinde de sınıf meselesi yatmaktadır. İşte kadın meselesi, Kürt meselesi ve diğer meseleler de elbette önemlidir, ama sınıf meselesini merkeze koymak zorundayız. Örneğin mülteciler meselesi; ben bunu çok anlatmışımdır. Mülteci düşmanlığı ve ona karşı çıkan bir çok yapı var, yani mültecileri savunan yapılar da var. Ama bu bile işi sınıfsal bir yerden kavramadan, sadece hümanist bir düşünce ile yapılıyor. Çünkü işçilerde de bu tür ırkçı düşmanlığı kışkırtan şeylerin temelinde ekonomi var. Bu göçlerin başladığı ilk bir yıl iki yıl herkes misafir diyordu. Evinden eşya götüren, onlara maddi manevi yardım edenler vardı. Çünkü durumu geçici görüyorlardı ve onları din kardeşleri olarak görüyorlardı. Ensar muhacir olarak görüyorlardı, ama baktılar o misafirlik uzadı o zaman Ensarlık düşmanlığa dönüştü. Onu esas kışkırtan şey, artık karşısındakini ekmeğine, evine, tarlasına ve geleceğine bir düşman olarak görmesi, onu yaşam tarzına bir tehdit olarak görmesidir.

İşte burada bu meseleyi sınıfsal açıdan göreceksek; birincisi bu gelenler bizim hükümetin çıkartmış olduğu bir savaş yüzünden çıkıp gelmek zorunda kaldılar. İkincisi sen bu politikalara destek verip sonra da gelen Suriyelilere karşı çıkamazsın, üçüncüsü de sen kendi ekmeğini bunların alacağını düşünüyorsun, çünkü bu insanlar senden daha düşük fiyatla çalıştırılıyorlar. O zaman sen bu yoksulluk politikalarına karşı durma zorundasın, hükümete söz söylemek zorundasın. Senin muhatabın evini yurdunu bırakmak zorunda kalmış olan gariban Suriyeliler değil. Asıl gerçekçi olan şeyse biz istesek de istemesek de bu adamlar artık burada kardeşim. Ona şu şekilde bakmamız gerekiyor: İşçi sınıfının, dini, mezhebi, milliyeti olmaz. O nedenle hepimiz aynıyız ve aynı yerdeyiz. Bizi sömürenler aynı kişiler kardeşim, bu adamlar buradalar, hiç bir yere gitmeye niyetleri yok. Savaş bitse bile dönmeyecekler. Öyleyse bizim artık bu insanlarla birlikte yaşayıp aramızdaki sorunları çözmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor.

Bu işi şöyle düşünelim: kardeşim senin çalıştığın fabrikada bir Suriyeli çalışıyor ve senden daha düşük ücret alıyor. Senin o Suriyeliyle çatışmanın hiç bir anlamı yok. Senin tek şansın patrona karşı ayrım gözetmeden hakların için birleşmek, patronun da şansı işçileri Kürt, Türk, Suriyeli diye birbirine düşürmek. Ya biz patronun ekmeğine yağ sürüp birbirimizle kavga edeceğiz ya da birlikte patrona karşı mücadele edeceğiz. Bizim başka şansımız yok. Mesela Kürt meselesinde de durum budur, işte Tekel direnişinde de durum buydu. Karadeniz’in en ülkücü işçisiyle, Diyarbakır’ın Kürt işçisi birlikte direndi ve kaderlerinin ortak olduğunu öğrendi. Geçmişte kendi şehrinde Kürt avına çıkanlar, o direniş çadırlarında Kürtlerin çadırına gidip Kürtçe öğrenmeye çalışarak birlikte halay çektiler. Mesele sınıf meselesi, ama tabi sınıf meselesi her şeyi çözer demiyorum.

Yurtseverce: Ama sınıf meselesi gözden kaçırılırsa diğer tüm meselelerin çözümü çok zor hale düşer demek istiyorsunuz galiba?

Türkmen: Aynen öyle, bizim esas meselemiz bizi ezen sömürenlerle olan çelişkimiz ve kavgamızdır. Diğerleri tali meselelerdir. Ya birbirimizle ya da esas düşmanımızla kavga edeceğiz, çünkü senin başta dediğin gibi Türk olmak benim seçtiğim bir şey değil ki, niye kendi tercihim olmayan bir şey için övüneyim ki. O yüzden de bir Türk’ün, bir Arap’ın, bir İngiliz’in yan yana yaşaması gayet mümkün. Çünkü benim Türklüğümle ya da Sünniliğimle, ötekinin Kürtlüğüyle veya Aleviliğiyle yan yana yaşaması mümkün ve hiç kimse bu şekilde kendi kimliğinden hiç bir şey kaybetmez. Ama öteki taraf için öyle değil, patronun patron olarak kalabilmesi seni kimliğine bakmaksızın sömürmesine bağlı kardeşim. Patronla, işçi hiç bir zaman eşit olamaz, ama Kürt’le, Türk; Arap’la bir başkası eşit olabilir. Bütün bu ayrımlar da asıl meselenin üstünü örtmeye yardım ediyor. Bizim buradan bir birlik, ortaklık, kader birliği kurmamıza ihtiyacımız var. Herkesin aynı ırktan olduğu, tek bir inançtan olduğu tek bir sokak, tek bir cadde kalmış mıdır, var mıdır? Şu anda şehirde Suriyelilerin olmadığı tek bir sokak yok artık. O zaman ne yapacağız? Herkesi Türk mü yapacağız ya da herkes Türk olana kadar öldürecek miyiz? Bu söylediklerim mümkün olmadığına göre o zaman ne yapacağız? İşte laiklik Avrupa’da bu çatışmaların daha beterleri yüzünden ortaya çıktı. Yoksa o çatışmaları mümkün değil çözemezlerdi. Ya birbirimizi boğazlayacağız ya da birlikte yaşamanın yolunu bulacağız. Ve o yolu bulurken de ortak olarak inşa edeceğimiz en önemli konu sınıfsal çıkar meselesidir.

Mehmet Türkmen’e bu samimi, derin ve yeni tartışmalar yaratmasını umduğumuz söyleşiye katıldığı için teşekkür ediyoruz.

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

Nostalji Hissinin Savunusu: Yeni Bir Nostalji İnşa Etmek

Nostalji, bir huzursuzluk emaresidir. Kitlesel hâle geldiğinde mevcut durumda bir aksaklık olduğu fikrinin ve hissinin geniş kalabalıklar tarafından paylaşıldığını gösterir. Bu yönüyle toplumsal kutuplar arasındaki mevcut gerilimin de en net şekilde izlenebileceği sahnelerden birini vücuda…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.