Nostalji Hissinin Savunusu: Yeni Bir Nostalji İnşa Etmek
Nostalji, bir huzursuzluk emaresidir. Kitlesel hâle geldiğinde mevcut durumda bir aksaklık olduğu fikrinin ve hissinin geniş kalabalıklar tarafından paylaşıldığını gösterir. Bu yönüyle toplumsal kutuplar arasındaki mevcut gerilimin de en net şekilde izlenebileceği sahnelerden birini vücuda getirir. Nostalji yalnızca var olarak her şeyin güllük gülistanlık olmadığına ilişkin yargıyı kuvvetlendirir. Her sabah uyanmak için gereken umut kırıntısını geçmişte arayanlar, yarına dair bir umut beslemeleri bile-isteye engellenmiş olanlardır çünkü.
Nostalji aleyhine çok şey karalandı. Kimileri bu hissin hastalığa çalan doğasına odaklanarak onu teşhis edilebilir, dolayısıyla tedavisi için reçete yazılabilir bir semptom olarak ele aldı. Çeşitli siyasî gelenekler nostaljinin insanı âtıl hâle getiren, eylemden alıkoyan, gerçekte ‘öyle’ olmayan bir geçmişin özlemiyle bireyin özneliğini zedeleyen bir sapma olduğunun altını çizdi. Ânı yaşama fikrinin sözcüleri nostalji hissiyle nasıl baş edileceğine yönelik kişisel gelişim kitapları kaleme aldı.
Birbirlerinden son derece farklı motivasyonlarla ortaya çıkmış bu değerlendirmelerin ortak özelliği nostaljinin insanın ve toplumun ayağında bir tür pranga olduğunu iddia etmeleridir. Bu anlatılar nostaljiyi kendisinden özgürleşilmesi gereken bir his olarak kurgular. Bu özgürlüğün elde edilmesiyle beraber doğacak potansiyel boşluğun ne ile ikame edilmesi gerektiğini hakkında önerileri de vardır – dünyayı psikoloji ile açıklamaya çalışanlar sevenler nostalji hissiyle geçirilen faydasız zamanın yerini birkaç seanslık bir terapinin, devrimci bir siyasî gelenek örgütlenme faaliyetlerinin, çağcıl bir ideoloji olarak kişisel-gelişimcilik ise birkaç Marcus Aurelius eseri okumanın iyi birer alternatif olduğunu öne sürer.
Öte taraftan, ne güneşin altında yeni bir şey vardır ne de insana ait bir şeyin insana yabancı olmasının imkânı. Kalabalıkların pek öyle özgürleşmeye can atmadığı bir histir nostalji. Mevcut durumdan şikâyet etmenin yazlı tarihi insan türünün bir şeyler karalamayı da keşfettiği erken devirlere değin uzanır çünkü. Demek ki, biyolojik doğamızın değilse bile, tarım devriminden bu yana neredeyse ikinci doğamız hâline gelmiş duygu-davranış paketinde nostaljinin de bir hissesi mevcuttur.
Nostalji hissinin belli ki bir parçası olduğu ve sıklıkla insanın (var olmayan) ‘özü’ne atfedilen bu kuvvetli eğilimler bütünüyle yararlı ya da tümüyle zararlı değildir. Aralarında saldırganlık, mülkiyet tutkusu ve maşerî bencillik gibi mücadele edilesi olanlar mevcuttur elbette. Fakat bu yıkıcı eğilimlerin varlığı –ilkel yaşam esaslı anarşist bir damarı kendimize yakın görmüyorsak–medeniyetin getirdiklerinin tümüyle ortadan kaldırılmasını gerektirmez. Aksine, bu eğilimlerden bazıları, doğru değerlendirildikleri takdirde son derece yararlı olabilirler. Kendisine durmaksızın kara çalınan nostaljinin de ‘aktif’ bir his olarak işletilmesi, âtıllık yerine eylemliliği pekiştirebilmesi mümkün – müdür?
**
Nostaljiyi savunmaya geçmeden önce ona getirilen eleştirilerin hakkını teslim etmek gerekiyor. Her savunu, şayet dürüst bir şekilde yapılmak isteniyorsa, ele aldığı eleştirilerin dayanaktan tümüyle yoksun olmadığına yönelik iyi niyetli bir düşünceyi taşımak zorundadır. Nostalji karşıtlığının en esaslı temeli, bu hisse atfedilen uyuşturucu karakterdir. Geçmişle ilgilenmek, insanın odağını şimdiden ve gelecekte yapılması mümkün olan şeylerden ayırır. Ancak bu ‘genellikle’ böyledir ve geçmişe odaklanmak insana zorunlu olarak şimdiyi unutturan ve geleceği ihmal ettiren bir faaliyet değildir. Benjamin’in, devrimin temel motivasyonunu “özgür torunlar” yerine “köleleştirilmiş atalar” imgesine dayandırması yönü geçmişe dönük olmakla beraber eylem-odaklı bir bakıştır örneğin.
Ancak Benjamin’in tarih meleğine yönelen tavrı bir nostalji örneği değildir, aksine bir “anti-nostalji”dir – çünkü geçmişe özlem değil, geçmişte yaşananlara duyulan kızgınlığı esas alır. Doğrudur bu. Fakat Benjamin, ataları kendilerinden daha kötü koşullarda bir neslin mensubuydu; ezilen sınıfların iyi-kötü birtakım kazanımlar elde ettiği, onların adına alternatiflerin üretildiği bir devri teneffüs etmişti. Oysa bugün atalarından daha şiddetli biçimde zincirlenmiş olanlar için geçmişin intikamını almaktan daha yakıcı, dolayısıyla daha harekete-geçirici bir intikam çeşidi mevcuttur: Şimdiden intikam almak. Nostalji, tam da bu noktada paradoksal bir işlevsellik kazanır. Şayet gözünü geçmişe dikiyorsa bunu, katlanılmaz hâle gelmiş olan şimdiki zamana karşı yapıyordur. Bugünün insanı işçi maaşıyla bir kenar mahallede bile olsa ev sahibi olabilen babasının, hele çocuklarının tümüne bir ev bırakabilmeyi başarmış köy kaçkını dedesinin ‘intikamı’nı aramaya ne sevk edebilir? Kendisi başını sokacağı bir eve sahip olmayı en çılgın düşlerinde bile görememekteyken… İnsanların yer zayiatı yaratmasınlar diye kapsüllerde yaşamaları öngörülen bir geleceğe büyük umutlarla bakmadığı için de suçlanamaz, en azından sıradan insanı her fırsatta hırpalamayı huy edinmemiş insaf sahipleri tarafından.
Öyleyse nostaljinin son derece anlaşılabilir bir yönseme olduğunun reddi mümkün müdür ve bir şeylerin değişmesi için eyleme geçilmesi gerektiğinin farkında olanların sebepleri henüz ortadan kalkmamış bir sonuçla kavgaya tutuşmaları ne kadar akıllıcadır?
Nostaljiye getirilen bir diğer eleştiri geçmişi tozpembe hâle getirdiğine ilişkindir: Nostaljik bakış yitip giden günleri insana bir pembe panjurun arkasından seyrettirir, aslında bin bir sıkıntıyla malul olan bir geçmişten sahte bir ‘altın çağ’ yaratır… Doğru mudur bunlar? Büyük ölçüde. Bugün, Türkiye özelinde konuşursak, 90’ların ya da 30’ların özlemini çeken “Old Laik Days” zihniyetinin bu on yıllardaki son derece kritik bir dolu sorunu zerre kadar umursamadığı açıktır. O bakış açısı için Huysuz Show’un yayınlanması faili meçhul cinayetlerden, Ankara’da balo düzenlenmesi Türkiye köylüsünün sefaletinden daha mühimdir. Çünkü söz konusu nostalji ülkenin son 20 yıllık tecrübesinin travmatik bir çıktısı, siyasetsiz bir iç çekişten ibarettir. Dönüştürülmesi ve özgürleşilmesi gereken nostaljinin tam da bu türlüsüdür zaten. İnsanın içini kurum tutmuş bir baca hâline getirmekten ibaret bu geçmiş ağıtçılığını önerdiğimiz ‘aktif’ nostaljiden saymamalıdır.
Üçüncü eleştiri nostalji hissinin bir pazar ürünü hâline getirildiğidir. Fakat ne getirilmedi ki? Pazar eleştirisinin bile pazarın tam ortasında yapıldığı günümüzde bir şeyin ‘pazarlanabilir’ karakterine işaret etmek ciddi bir eleştiri sayılmaya layık değildir. Zaten mesele piyasanın son derece görünür elinin yalnızca bir popüler kültür ve kimlik malzemesi olarak satılabilir hâle getirdiği nostaljik eğilimi siyasetle büyülemekten ibarettir.
**
Nostalji, bir huzursuzluk emaresidir. Kitlesel hâle geldiğinde mevcut durumda bir aksaklık olduğu fikrinin ve hissinin geniş kalabalıklar tarafından paylaşıldığını gösterir. Bu yönüyle toplumsal kutuplar arasındaki mevcut gerilimin de en net şekilde izlenebileceği sahnelerden birini vücuda getirir. Nostalji yalnızca var olarak her şeyin güllük gülistanlık olmadığına ilişkin yargıyı kuvvetlendirir. Günün keyfini sürme imkânı kendilerine tanınmamış olanlar başlarını geçmişten yana döndürürler. Gelişmiş formuyla emperyalizm nasıl ki dünyayı bir sürgünler ve mülteciler mahşerine çevirmişse, duygusal ikametgâhımızı da zamanlar-arası bir yolculuğa zorlamaktan imtina etmemiştir. Bu huzursuzluğu tanımak lazımdır, yadsımak değil. Her sabah uyanmak için gereken umut kırıntısını geçmişte arayanlar, yarına dair bir umut beslemeleri bile-isteye engellenmiş olanlardır çünkü.
İkincisi, nostaljiye kapılmak için gerekli sebepler mevcut oldukça nostalji ortadan kalkmayacaktır. Aksine mevcut durum kötüleştikçe, ki kötüleşecektir, bu eğilim artacaktır. Öyleyse yapılması lazım gelen nostaljiye siyaset aşısının vurulması, daha doğrusu zaten kendisinde mündemiç olan siyasetin gün yüzüne çıkarılmasıdır. İnsanları bir zamanlar başkaları tarafından ‘katlanılmaz’ bulunan bir geçmişe ‘özlem’ duyacak hâle getiren şu anki durumu tahlil etmeye ve bu durumun müsebbiplerini tanımaya en elverişli olanlar aramızdaki nostaljiklerdir. Nostalji “beterin beteri”nde yaşadığımız ve böyle yaşamaya devam edemeyeceğimizin farkındalığına erişmek için biçilmiş bir kaftandır.
Üçüncüsü, bazı nostaljiler yerindedir. Beraber yaşadığı ve neredeyse aynı dili konuştuğu uluslarla anlamsız ve kanlı bir kavgaya girişmiş olan bir Boşnak veya Sırp’ın ‘kardeşlik’ diskurunun sürekli vurgulandığı Yugoslavya’yı özlemesinin karikatürize edilecek bir tarafı yoktur. Keza 1989 sonrasında bütün bir sanayii üç otuz paraya hiç edilen ve gülünç emekli maaşlarıyla ıskartaya çıkartılan çeşitli Doğu Avrupalıların sosyalizm özlemi de bir tür ‘yaşlı bunaklığı’ değildir. Burada yenildiği, yok olduğu, tekrarlanamayacağı davul-zurnayla, herkesin beynine giresiye değin ilan edilmiş bir alternatife duyulan, son derece makul, gayet insanî bir özlem söz konusudur. Sıkıntı böyle bir nostaljinin vücuda gelmiş olmasında değildir. Bu insanları söz konusu özlemlerine rağmen âtıl hâle getiren de, gelecekteki ihtimaller yerine geçmişteki örneklere yoğunlaşmalarına yol açan nostaljik duyguları değildir. Hareket kabiliyetlerini kısıtlayan, mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı ve daha iyi bir ihtimali aramamanın aptallık olduğunu zihnimize nakşeden hegemonik yapı ve onun emrindeki zor kuvvetidir. Bu tür nostaljiler, aslında, durmaksızın bu hegemonyayı ortaya seren işaret fişekleridir. Hatta, biraz cüretkâr olursak, daha iyi bir dünyayı bulamayacağımız şeklindeki sinik yaklaşımın kitlelerin zihnindeki en büyük panzehri hâlâ nostalji olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, nostaljiyi teori kitaplarından alınmış çeşitli ithamlarla etiketlemek ve nostaljiyle ülfetleri olan bireyleri envai çeşit sapma ile suçlamak yerine bu gerçeğin kabullenilmesi icap etmektedir.
Mevcut durumumuzda her türlü hoşnutsuzluk emaresinin bir imkân olarak değerlendirilmesi gerekir. Bize bugünümüzün ‘olması gereken’ olmadığını hatırlatan her şey, iyi değerlendirildiği takdirde, bir dönüşüm kıvılcımı olmaya namzettir. Nostaljiye meyyal olan kimse, sadece bu meyli yüzünden, âtıllaşmamaktadır. Fakat insanları eylemliliğe sevk etmek için onların nostaljik hislerine hücum edenler nihayetinde kendileriyle beraber muhataplarını da âtıl kılacak bir kavga yürütmektedirler. Zira özlenesi bir tarafı olmayan bir geçmişi özlemek olsa olsa bir hatadır, fakat insanın bugüne dair duyduğu huzursuzluğu pekiştiren, aklına ‘geçmişte olabildiyse…’ şüphesi eken, yani hayırlı olma ihtimalini içeren bir hatadır. Ki insanlar, pek çok durumda, bugüne kıyasla pekâlâ özlenebilir bir geçmişi özlemektedir. Fakat bugünden farklı bir dünyayı düşlemek için ellerinde geçmişin anıları ve imgelerinden başka bir şey kalmamış olan insanların elinden, onların huzursuz olmalarını sağlayan bu yegâne aygıtı da alma çabası, kendisinden hayır umulması pek de mümkün olmayan bir hata olarak karşımıza çıkar.
Öyleyse nostaljinin bugünümüze bir protesto olan karakterinin açığa çıkarılması için uğraşmak gerekir. Bugün yoksun bırakıldığımız ve bizi kendisini geçmişte aramaya iten şey nedir? Nostaljik hislere kapıldığımız her seferinde bu sorunun cevabını bulmaya daha da yakınlaşırız. O şeyin ne olduğunun keşfinden sonra ise yapılması gereken açıktır – talep etmek. Bugün talepkâr olmamızı, düş kurmamızı sağlayabilecek başka neyimiz var?