Ütopyalar ve Umutlara Dair

Tahmini Okunma Süresi: 8 dakika

Kadınlar giderek konuşma ve düşünme yetisini kaybeden, derin bir baygınlık ve bezginlik halindeki Türkiye toplumunu iki omzundan tutmuş sallıyorlar adeta. Sallamanın yeterli olmadığı yerlerde tekme tokat dövüyorlar. Emekçi kadınlar günü eylemlerinde yükselen sloganlarla, voleybol filesinin üstüne aşan ellerin topa vurduğu tokatlar hepimizin yüzüne çarpıyor aslında. Anlamalıyız ki, aradığımız ütopya kadınların elinde. Kadınların sesine kulak vermek yetmez, ataerkil oligarşiyi kadın-erkek hep birlikte aşmaya azmetmedikçe bu ütopyaya ulaşmamız mümkün de olmayacak.

“Derler ki: İnkar edilmiş kadim sırlar, yok olmaz. Erkekler denedi on bin yıldır. Efendiler, soylular ve güçlüler denedi. İnsanlığı balçıktan ibaret bir maddeye dönüştürdüler ve ruhundaki soluğu tükettiler. Cennetteki ilk kadın, Tanrı’nın buyruğuna rağmen yasak meyveyi yediğinde, bilmemezlikten değildi bu, aksine bildiği ve arzuladığı bir şey vardı. Bilinen ve istenen o “ilk şeyi” bugün açığa çıkarmak ve insanlığın ortak düşü haline getirmek arzusu, bu bunaltı ve sıkıntı dünyasında bir umuttur. Ütopya, kadınların ayaklarının altındadır.”[1]

Kadınlar giderek konuşma ve düşünme yetisini kaybeden, derin bir baygınlık ve bezginlik halindeki Türkiye toplumunu iki omzundan tutmuş sallıyorlar adeta. Sallamanın yeterli olmadığı yerlerde tekme tokat dövüyorlar. Emekçi kadınlar günü eylemlerinde yükselen sloganlarla, voleybol filesinin üstüne aşan ellerin topa vurduğu tokatlar hepimizin yüzüne çarpıyor aslında. Anlamalıyız ki, aradığımız ütopya kadınların elinde. Kadınların sesine kulak vermek yetmez, ataerkil oligarşiyi kadın-erkek hep birlikte aşmaya azmetmedikçe bu ütopyaya ulaşmamız mümkün de olmayacak.

“Erkeklik” Sorunumuz ve Feminist Hareket

Feminist hareketin -toplumumuzda bir mesele olarak- eril tahakkümü hedef alması doğal. Hele ki ardarda kadın cinayetlerinin yaşandığı, kadınların çoğu zaman hedefli, bazen de rastlantısal olarak, sadece kadın olduğu için şiddete muhatap oldukları, çözüm olarak kendilerine ev içi emeğin, kocaya sadakatin ve anneliğin bir kariyer olarak önerilmesinin ötesine geçilemediği bir sosyopolitik evrende kadın hareketinin eril tahakküme kadın merkezli bir bakış açısıyla yaklaşması, meselenin yakıcılığından bağımsız düşünülemez. Ancak bir süredir kendimi bir erkek olarak eril tahakkümün karşısında konumlandırma denemelerimde kadınlar tarafından ontolojik olarak reddedilme korkusunu yaşıyorum. Erkek olarak doğmak, doğuştan eril tahakkümü miras almamı koşulluyor gibi bir ön kabule maruz kalmanın hem benim feminizme yönelik bireysel politik inşamı güçleştiriyor, hem de erkekliğin bir sorun olarak yeniden üretimini de teşvik eden bir yapıya bürünüyor gibi geliyor.

Sorunu tek tek erkeklerden çekip genel bir erkeklik-erillik konseptine doğru iteklersek, karşımıza erkek öznelerin de bir anlamda habituslarına işlenen bir simgesel şiddet olarak eril tahakküm çıkar. Amerikalı feminist aktivist ve yazar Bell Hooks, kadınların erkeklere duyduğu öfkenin, erkekleri birer umutsuz vaka olarak değerlendirerek çöpe atmalarına katkıda bulunduğunu, feminist harekete erkekleri de dahil etme imkanlarını ortadan kaldıran bir önyargının inşacısı olduğunu söylüyor[2].

“Hiç uğraşmadan erkekleri baskıcı olarak yaftalamak ve ciddiye almamak, erillik hakkında derinlemesine konuşmamamız anlamına geliyor.[3]

Daha da önemlisi, bir anlamda fark ilkesinin gereği, kadın hareketini varlığı erkek öznenin varlığıyla irtibatlı kavranabilir. Erkeklerin hiç olmadığı bir dünya tasavvuru (erkekleri öldüreceğiz!) gerçekçi olmadığı gibi eril tahakkümün ortadan kalktığı bir dünya olmayacak bana göre. Eril tahakkümün sökülüp atılması için bu tahakkümün ve şiddetin faillerinin daha çok farkına vararak kendi hemcinslerini yola getiren davranış pratiklerini yaygınlaştırması önem taşıyor. Belki kadınların ve erkeklerin birbirlerine ait olabildikleri ve birbirileriyle hiyerarşik değil de eşitlikçi, hayatı paylaşmaktan ziyade bölüşen bir ilişki kurabilmeleri ütopyamızın başlangıcını oluşturur.

Hayatın paylaşımı, hayatın tümüne malik bir ilk birikim sahibinin dağıtıcı konumuna yükseltildiği hiyerarşik bir kavrayış olabilir. Paylaşımda görev tanımları, toplumsal cinsiyet, üretim ve mülkiyet ilişkileri belirleyici rol oynayabilir. Ama bölüşmek, tıpkı bir ekmeği bölüşür gibi anlık bir dağıtım ilişkisi içinde son derece spontane ve karşılıklı ilişkiye dayalı bir kavram olarak düşünülürse kadın erkek ilişkilerinde eşitlikçi bölüşüm ve aidiyet anahtar kavramlar haline gelebilir. Elindekini paylaşanlar neticede paylaşmanın ilkelerini belirlerken tahakküm ilişkileri inşa edebilirler, ancak ortadakini bölüşenler elele vererek birlikte yaşamı yükseltebilirler. Paylaşmak üstenci bir konuşma dili kurar belki ama bölüşmek bir eylemlilik haline benzetilebilir. Kadınların eyleyen hali bize bölüşümcü bir hayatı öğütlüyor.

Konuşan Erkeklerin Ülkesinde İnatla ‘Yapan’ Kadınlar

Konuşmak bir edim olarak düşünmenin ve eylemenin sınırlarını da çizmek demektir. Konuştukça sizi bağlayan ve sonraki konuşmalarınıza değer biçen bir konuma doğru sürüklenirsiniz. Oysa yapmak (eylemek), daima ilişkisel bir varoluş içinde dönüştürülebilir ve sürdürülebilir bir eylem kapasitesi olarak doğurgandır. Her olasılığı içinde barındırması bakımından zenginleştirici ve (öz)eleştireldir. Konuşmak planlı, programlı olması bakımından kısıtlarla bağlı ve pragmatik bir iş iken eylemek-yapmak, o anki somut koşulların dolayımıyla kendi öz varlığını yansıtma kapasitesini sergilemek bakımından insanın kendini gerçekleştirmesinin en somut ve başarılı halidir. Bir siyasi hareketin neler yapabileceğini, yapması gerektiğini saatlerce konuşabilir, aylarca tartışabilirsiniz. Bir siyasi hareketi kurmak ve büyütmek ise somut dünyaya bir varlık ortaya koymak demektir. Eylemlerinizle o ilk kurma eylemini zenginleştirir, ilk anından çok başka yerlere taşıyabilirsiniz. Konuşanın yanlışlarını temizlemek için konuşmak mecburiyeti varken, eyleyenin devamlı sahada olmak ve gelen şutları karşılamak ve yeni girişimlerde bulunmak gibi bir mecburiyeti vardır.

Şanlıurfalı Hentbolcu Merve’yi duymuşsunuzdur. Ona “sen kızsın, şort giyemezsin, erkeklerin yanında oynayamazsın” diyen bütün erkeklere karşı direnerek köyündeki kızlara umut olma isteği[4], kadın erkek hangimizi duygulandırmadı ki?Merve’nin en büyük destekçim dediği abisi ve babasının varlığı ve desteği[5] sizi de gururlandırmadı mı? Voleybol milli takımındaki efsane performansıyla devleşen genç Ebrar’ın cinsel yönelimini açıkça ifade etmesine dil uzatanlara karşı federasyonun onurlu duruşu hangimize umut aşılamadı? O federasyondaki erkek yöneticilerin de bu ferasetteki payı, kadın hareketine ilişkin bir şeyler söylemiyor mu? Böylesi birlikte yaşamı mümkün kılan örneklerde kadınların dirayetine omuz veren erkek imgesinin varlığı ütopyamızın en güzel delillerinden olsa gerek.

Evet, belki kadın hareketini tartışmak erkeklerin haddine görülmeyebilir. Ancak tam da erkekler de kadın hareketini tartışıp bu harekete eklemlenmenin eril olmayan formlarını üretebildiğinde hepimiz için bir çıkış yolu inşa etmek mümkün olacaktır. 8 Mart’lar kadınların çeşitli salonlarda bir araya gelerek bir takım harcıalem tartışmaları kendi iç meclislerinde dile getirdiği, yahut meydanlarda şiddeti görünür kılmak dışında bir sonuç üretme yeteneği zayıf eylemlerin günü olmaktan çıkabilecekse bu kadın hareketi ve taleplerinin kitleselleşmesi ve muhataplarının da bu harekete dahil olmasını gerektirir.

Erkeklere dair nefret, erkeklerden korkudan ileri geliyor. Çünkü erkekler öldürüyor kadınları ve sokak ortasında kocasından dayak yiyen kadını erkekler seyrediyor. Ama enteresandır, kadınlar da seyrediyor çoğu zaman! Ve kimi zaman erkekler de ayırıyor bu kavgaları. İşte izleyen değil de “eyleyen” olmayı tercih eden o erkekleri kadın hareketinin gündemlerine dahil etmenin bir formülünü yaratmak tartışılması gereken bir mesele olarak öne çıkıyor. Onları şiddet uygulayan erkeğe şiddetle müdahale eden eril özneler olmaktan, şiddetin olmadığı bölüşümcü bir dünyanın özneleri haline getirmenin siyasetini kurmak da feminist hareketin içeriğine dahil edilebilir ve edilmelidir. İronik gelecektir ama kadın hareketi, erkeklerin konuşmak yerine kadınlarla birlikte eylemeyi tercih etmesi, etmeye zorlanması yoluyla daha güçlü konumlara gelebilir. Yine burada Bell Hooks’a müracaat edeceğim: Hooks da feminist hareketlerin esasen en çok erkeklerin de ataerkiye ve erilliğe karşı çıkmasına ihtiyaç duyduğunu, erkeklerin değişmesinin çözümün anahtarı olduğunu vurguluyor.[6] Çünkü kimliklere bölünmüş bir dünyayı hepimizin ütopyasına ulaştırmak, kimlikleri aşan bir birliktelik duygusunu inşa etmekten geçiyor. Bu formül, erkeklerin egemen konumlarından da kaynaklanmıyor. Tam aksine erkeklerin ataerkil geçmişi ve eril tahakkümü yıkarak kendilerini daha katılımcı özneler haline getirmelerini de şart koşan yeni bir bileşim yaratmayı vaad ediyor. Erkeklerin (büyük bir çoğunluğunun) değişiminin ancak tahakküm isteklerini törpülemeleriyle mümkün olduğunu hatırlatan Hooks’a[7] burada bir kez daha katılıyorum. Bu isteği törpülemede sanki bir ilk adımı atarcasına, kadın hareketinin erkeklerle hayatı bölüşmeyi teklif eden bir dil kurmasının önemli olacağını düşünüyorum. Bu yolla erkeklere de taşıyabileceğinden katbekat fazlasını yükleyen ataerkiyi yıkmak mümkün olabilir. Omzumuza atılmış kolları dar gelen maçoluk ceketini üstümüzden atıp elinizden tutmayı tercih etmek biz erkekler için çok daha rahatlatıcı ve tercih edilebilir olacaktır.

Kadınların eylemliliği son 5-6 senedir Türkiye’nin demokratik muhalefet hattını canlı tutan temel hareketlerden olageldi. Evde, yolda, sokakta, arabada, otobüste kadınların “neyi yapamayacağını” söyleyen erkeklere inat her yerde varlıklarını göstermek için çaba harcıyor kadınlar. Aslen meselemiz kadınlara akıl veren erkekler de değil. Erkekliğin doğrudan bir “akıl verme” biçimine bürünmesi. Yurttaşıyla kurduğu sorunlu ilişkide de devlet, konuşan ve tabi kıldıklarını sınırlamaya azmeden erkek biçiminde vücut buluyor. Yurttaşla kurulan bu hastalıklı ilişkiye alışmamız istendikçe daha erkek egemen ve yozlaşmış bir siyasal kültürel evrenle karşı karşıya kalıyoruz. Bunu aşmak, söz konusu siyasal evrenin siyasal alanı kendiyle ve kendi değerleriyle sınırlayan niteliğini vurgulayan demokratik siyasetler kadar, belki de daha fazla, onun erkek egemen formunu faş eden feminist siyasetlerin de derlenip toparlanmasıyla mümkün olacak. Bugün her alanda gördüğümüz kadın hareketliliği ve farklı formlarda sayıları giderek artan örgütlülük hali bize bunun mümkün olduğunu söylüyor.

Erkek Egemenliğe Yanıtı Kültürel Soldan Arama Çıkmazı

Ancak erkek egemen bir rejime karşı duruş, onun yalnızca kültürel iktidar biçimlerine karşı geliştirilen bireysel kurtuluş öyküleriyle inşa edilemez. Şüphesiz ki bütün kültürel iktidar formları bir ekonomi-politik iktidarın üst yapı formu olarak yerleşir ve kökleşir. Yani erkek egemen siyasetle mücadele etmek, sadece bir “dil, alfabe ve argo reformu” ve kadın-erkek uzlaşısı arayışıyla sınırlanmamalıdır. Sistemik itirazları güçlendirecek ve alternatif arayışlarını tetikleyecek bir umudu da aşılamalıdır.

Erkek egemen siyasetle mücadeleyi kadınların “kişisel gelişim” macerasına çevirmek bir yandan da kadın hareketinin kapitalist ilişkiler tarafından massedilmesi ve dönüştürülmesi anlamını taşır. Rasyonel, rekabetçi, iradesi çevresel koşullardan bağımsız ve istediğini yapabilmesi için tek engeli kendisi olarak tanımlanan burjuva kadın imgesinin ters yüz edilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak su yüzüne çıkıyor. Erkek egemenlikle mücadelede “dedim olabilir” eşiği elbette mühimdir. Ama maçoluğun söylemsel yıkımı, onun sosyo-ekonomik yıkımından bağımsız değildir.

Hangi siyasi eğilimden gelirse gelsin, kadın hareketlerinin kültürel alandaki eşitlik taleplerini sosyo-ekonomik alana çekmesi, sistemi sorgulayan bir yaklaşım kurması elzemdir. Zira öyle görünüyor ki erkek egemenlikten bahsederken mücadele odağı, yalnızca kadınların gündelik hayatta maruz kaldıkları eşitsizlik pratikleri değil (bu kendi başına son derece mücadeleye ve tartışılmaya değer), tümden erkekleşmiş bir iktidar aygıtı ve onun dizginlenmesine evrilmiştir. Kültürel açıdan eşitlikçi talepler, sistemik krizleri ele almadığı gibi, sorunlara ancak bir nesli aşmayan geçici çözümler üretebilir. Bunlar sosyo-ekonomik eşitsizliklerin ifşa edilmesi yoluyla yeniden konumlandırılmalıdır. Sistemle barışık olmaya dayalı reformizm ya da sistemin değerleri üzerinden konuşmayı tercih eden edilgen tavırlar kadın hareketini kariyerizme, atomizme ve bireyselleşmeye götürürken sosyo-ekonomik eşitsizlik iddialarıyla desteklenen bir mücadele birikimi, kadın emeğinin görünmez kılındığı rejimi baş aşağı ettiği ölçüde devlet-yurttaş ilişkisinin yukarıda vurgulamaya çalıştığım toplumsal cinsiyet örüntülerinden türeyen mekaniğini de parçalama imkanı aşılar. Kadınların erkeklerden bağımsız bir kariyerde yükselme hedefiyle rekabet ettiği, bu alanda defalarca erkekler tarafından yenilgiye uğratıldığı ve bu mücadelenin buhrana sürüklendiği kapitalistik bir kaos ortamına, erkeklerin geri durup kadınlarla bölüştüğü bir eşitlikçi hayat tasavvurunu bin kere yeğlerim. Biz konuşan erkekler, konuştukça bunu başaramıyor, hatta daha eril ve ataerkil alternatiflerle ikame etmek bataklığına saplanıyoruz. Sanırım burada eril olmayan rejim alternatiflerini anti-kapitalist bir tutumla birleştirerek savunan erkeklere ve onların önüne geçip bayrak tutacak kadınlara görev düşüyor.

Ütopyamızın İnşacısı Olarak Kadınlar

Ütopyamız, umudumuzun zihnimize düşen pratik yansımasıdır. Elbette kadınların sokaklarında özgürce dolaştığı bir yurdun yurtseverleriyiz. Elbette, attığı gol için asker selamı çakan Burak’ın değil, attığı servislerle içimizi titreten Ebrar’ın tarafındayız. Ve elbette bir selam verecek isek, içinde yetiştikleri maço kültürü yıkıp kendine bir yol açmak için arayış halinde olan bütün kadın hareketlerinin önünde selam duruyoruz. Kendi payımıza onların bize aşıladığı umudun bizi de “konuşanlar”dan “yapanlar”a evriltmesini içten diliyoruz. Kim bilir, belki Yurtseverce bu yapan olma hevesimizin bir ürünüdür. Daha özgür, daha eşit bir memleket hayalimizin bölüşeni ve “yapan”ı olma hedefimize açılan penceresidir.

Ancak bunu da kadınlar olmadan yapabileceğimizi düşünmek bizim erkek saflığımız ve kibrimiz olacaktır. Kadınların da bunu bizsiz gerçekleştirme niyetinin önünde sonunda kapitalist kariyerizme dönüşeceğini hatırlatmak isterim. Şurası kesin ki, kadınların her eylemi, erkekleri ve aslında tüm katmanlarıyla toplumu konuşturduğu gibi kendimizi de eyleyen olarak kurmamız için heyecanlandırıyor. Pankart kaldırmak için, mikrofon tutmak için ya da filenin üstünde smaç vurmak için olsun… Kadınların kalkan ellerine her daim borçluyuz. Aynı zamanda alacaklıyız. Alacaklısı olduğumuz ise hepimizin ütopyasıdır. Zorla ayakta duran bu erkek egemen düzeni ortadan kaldırmak onun en önemli dayanağını oluşturuyor. Oraya varabilmek her günün “yapan”ı olan kadınlara, şöyle bir durup yol vermekten ve artlarında onlarla birlikte saf tutarak hayatı bölüşmekten geçer. Yazının başındaki alıntıyı geliştirerek bitirelim. Ütopyamız kadınların ayağının, umutlarımız ise ellerinin altında. Bugün onlar ellerini her kaldırdıklarında geleceğe dair içimizin umutla dolması bu yüzdendir.


*Bu yazının nihai halini almasında katkı ve eleştirileriyle yol gösterici olan Yurtseverce’den İlker ve Alperen‘e teşekkür ederim.

[1] Burhan Sönmez, “Ütopya: Sol İlahiyat”, Sol İlahiyat, Dini Soldan Okumak, der. Kazım Özdoğan, Derviş Aydın Koç s.37-52 içinde s.52. Birikim Yayınları, 2014.

[2] Bell Hooks, Değişme İsteği, Erkekler, Erkeklikler ve Sevgi, bgst yayınları.

[3] Değişme İsteği, sayfa 17.

[4] https://tr.euronews.com/2021/07/06/sen-k-zs-n-erkeklerin-yan-nda-oynayamazs-n-diyen-merve-akp-nar-a-destek-yagd

[5] https://www.fanatik.com.tr/merve-akpinar-koyumdeki-kiz-cocuklarinin-kaderini-degistirecegim-2229190

[6] Değişme İsteği, sayfa 14.

[7] Değişme İsteği, sayfa 15.

Esad Rejiminin Çöküşü: Devrim mi, Emperyalist Proje mi?

Suriye’de Esad rejimi 12 gün gibi son derece kısa süre içerisinde başını HTŞ’nin çektiği bir muhalif blok tarafından yıkıldı. Rejimin bu kadar kısa süre içerisinde ve hiçbir ciddi direniş göstermeden yıkılması, Ukrayna’ya odaklanan Rusya’nın ve…

BSW, Sol-Muhafazakarlık ve Ulusal Aidiyet

BSW çizgisinin muhafazakârlık vurgusu; tarihsel süreçteki kutuplaşmalar dolayısıyla muhafazakâr-milliyetçi karşı-devrimci siyasetle özdeşleşen istikrar, güvenlik, dayanışma, düzen, öngörülebilirlik, aidiyet, aşinalık talebini bu siyasal hattan koparmaya yönelik bir hamledir. Bu hamlenin varsayımı şudur: Bu talebin kendisi doğası…

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.