Yurtseverlik bir İman Meselesidir!
Yurtseverlik, ulusun cari gerçekliğine en sert ve keskin mesafeyi alabilirken, aynı anda ve bir başka düzeyde ulusla aşırı bir özdeşleşme gerektirir. Bunun pratik devrimci karşılığı şudur: ancak sermaye, devlet ve tahakküm yapıları tarafından yapılandırılmış aktüel gerçekliğimizi olumsuzlarken, yani kendi kendimizi olumsuzlarken kendimizle bir özdeşlik kurabilmeye yaklaşabiliriz.
Sosyalistlerin, devrimcilerin belli aralıklarla geri döndüğü ve bir çözüm bulamamak üzere kıyasıya tartıştığı sorulardan birisi şudur: Yurtseverlik sosyalizme eklemlenebilir mi, yoksa aslında mahcup ve örtülü bir milliyetçilik biçimi midir?
Tartışmanın çözümsüz kalması bir rastlantı sayılmaz. Yurtseverlik, tarihsel materyalizmin kavram setiyle anlamlandırılabilecek bir duygu, ideoloji ya da aidiyet değildir. “İşçi sınıfının vatanı yoktur” sloganını gür atanların bu bahiste bize anlatabileceği pek bir şey yok, tamam. Ama sanki “işçi sınıfının vatanı yoksa da mücadelenin dolayımı ulusaldır” vurgusunu öne çıkaranlar daha açıklayıcı bir durumda mı? Hayır. Belki bir parça daha gerçekçiler, yerel dinamikleri önemseyelim diyorlar, o kadar. Daha ötesine gidemiyor, yurtsever tutkunun gücünü açıklayamıyorlar. En yaygın ve kabul gören söylemsel strateji anti-emperyalizm üzerinden yurtseverliği gerekçelendirmeye çalışmak. Böylece yurtseverlik ve Marksizm-Leninizm arasında bir bağlantı da kuruluyor. Fakat yurtseverliği anti-emperyalizme indirgemek de mümkün değil. Anti-emperyalizm bağımsızlıkçı coşkuyu açıklamıyor; birinci olarak, ikincisi de yurtseverlik salt bağımsızlıkçılık formunda ortaya çıkan bir tavır değil. Örneğin kadın voleybol milli takımının zaferi sürecindeki özdeşleşme dinamiklerinin çoğulluğunu, derinliğini ve yoğunluğunu açıklama gücünde değil.
Burada yurtseverlik bahsinin her yönüne dair bir şeyler söylemeye girişmeyeceğim, ama yazının girişinde sorduğum soruya net bir cevap vereceğim: Yurtseverliğin sosyalizme eklemlenip eklemlenemeyeceği sorusu geri bir sorudur. Yurtseverliğin örtük, inceltilmiş bir milliyetçilik olduğu iddiası ise, basbayağı yanlıştır. Yurtseverlik sosyalist ve devrimci pratiğin üzerine kurulu olduğu temel itikadi ilkedir. Önce yurtsever iman olmadan devrimci ve sosyalist ibadet olmaz.
Bu cevabı gerekçelendirmek üzere Dipesh Chakrabarty’nin milliyetçilik ve görme biçimi arasındaki ilişkiye dair sorduğu şu soruyla başlayalım:
Fotoğrafik bir gerçekçiliğin ya da tavizsiz doğalcılığın, modern milliyetçiliklerin yarattığı görme biçiminin bütün gerekliliklerini asla karşılamayacağını anlamak fazla bir çaba gerektirmez. Milliyetçi bir bakış açısından sorun şudur: Ulus, halk ya da ülke sadece gözlemlenen, betimlenen ve eleştirilen değil aynı zamanda sevilen varlıklarsa, bu varlıkların gerçekten de sevilmeye değer olduğunu, eğer bunları zaten sevilebilir olarak görmüyorsak, garanti edecek olan nedir? Peki ya ne tarihsel hakikat ne de gerçek ve doğal olan, sadakat ve hayranlık duyguları doğurmuyorsa?[1]
Chakrabarty’nin cevabı açıktır: “Nesnelci, gerçekçi bir bakış ancak kimliksizleşmeye (disidentification) götürebilir.”[2] Devrimci avukat Selçuk Kozağaçlı şu sözleriyle adeta Chakrabarty’nin cevabını günlük dile tercüme eder:
Ezilenlerden yana olmak çok zor bir iştir. Ezilenler şöyle bir millettir: Karılarını döverler, birbirlerinin malını çalarlar, duş almazlar, dişlerini fırçalamazlar, pis kokarlar, fotoğraf çekemezler, avukatlık yapamazlar, çok riskli bir millettir yani. Kumar oynarlar, içki içerler, erken ölürler, birbirlerinin karılarına kızlarına sarkıntılık yaparlar. Yoksul sever misiniz?[3]
Evet, ezilenlerden yana olmak çok zor bir iştir. Tam da bu noktada milliyetçiliğin iç gerilimi gün yüzüne çıkar. Chakrabarty bu gerilimi şöyle formüle eder:
Reform ve iyileştirme amacıyla ulusun içindeki hataları arayan eleştirel bakış ve ulusu zaten güzel ve yüce olarak gören sevgi dolu bakışta ifadesini bulan ulusu görmenin iki farklı ve çelişkili biçimi nasıl uzlaştırılabilir? [4]
Uzlaştırılamaz. Bu gerilim karşısındaki milliyetçi strateji; nesir ve şiir, kent ve kır, gerçekçilik ve romantizm, maddi ve manevi, biçim ve öz, kamusal ve özel, dışarısı ve ev gibi sayısız ikilikler geliştirerek bu çelişkiyi ötelemeye, yönetilebilir ya da sürdürülebilir kılmaya çalışır.
Milliyetçilik bu iç gerilimi barındırır; zira bir yandan Tom Nairn´in vurguladığı üzere kapitalist moderniteden dışlanmışların bu moderniteye eşit koşullarda katılımına dair bir eşitlikçi ve popülist uğrak içerir, ama öte yanda eşit koşullarda katılımı söz konusu olanlar aslında çevre ve yarı-çevre ülkelerin dışlanmış sermayedarları, elitleri, bürokratlarıdır.[5] Milliyetçiliğin eşitlikçi ve popülist uğrağı seçkinci ve sermayeci uğrağına tabidir. Ne diyordu Fanon? Milliyetçilerin sloganı “Yabancıyı ikame et” ile sınırlıdır.[6] Ulusun her durumda ve haliyle sevilmeye değer olduğu milliyetçi varsayımını gerekli kılan, siyasal alana davet edilen halk kesimlerinin ulusal egemenlik enerjisini “milli” devlet üzerinden temsil edilebilir bir tekliğe indirgemek için gerekli olan özcülüktür.
Yurtseverler milliyetçilerden daha az özcü değildir. Tam bu noktada, her özcü angajmanı tikelcilikle/milliyetçilikle özdeşleştiren evrenselciliklere karşı yurtseverliği milliyetçilikten ayıran önemli detayın ne olduğu belirginleştirilmeli: yurtsever özcülük, yurtseverleri yurdun halihazırda ve her haliyle sevilmeye layık olduğuna dair bir milliyetçi önkabule götürmez; yurtsever özcülük, yurtseverleri ülkenin ve halkın kurtuluşu gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğuna iman etmeye götüren metafiziğin adıdır. Yurtseverler var olanı değil, var olabilecek olanı, bir harika ihtimali ve potansiyeli severler. Bu ihtimal ve potansiyelin inkârı mümkün olmayan bir kuvvetle kendini dayatıyor olduğu, verili kabul edilebileceği devrimci zamanlar istisna dönemlerdir. Hele şeyleşmenin, yabancılaşmanın, atomizasyonun bu ölçüde derinleştiği içinde bulunduğumuz devrimcilik-sonrası zamanlarda ne akıl yürüterek ne de verilere dayanarak bir “gerçek ihtimal” çıkarsaması yapmak olanaklı değildir. Bu iman ve kabul olmasa, ne bireyin kendini gerçekleştirme fikri, ne sömürüye karşı ekonomik kazanç motivasyonu, ne etik bir tercih devrimciliğe ödetilecek bedele hazır olmanın rasyonelliğini açıklayabilir.
O halde yurtseverlik, ulusun cari gerçekliğine en sert ve keskin mesafeyi alabilirken, aynı anda ve bir başka düzeyde ulusla aşırı bir özdeşleşme gerektirir. Bunun pratik devrimci karşılığı şudur: ancak sermaye, devlet ve tahakküm yapıları tarafından yapılandırılmış aktüel gerçekliğimizi olumsuzlarken, yani kendi kendimizi olumsuzlarken kendimizle bir özdeşlik kurabilmeye yaklaşabiliriz. Öyle ya; ulusun esasını sermaye ve devletin bütünüyle yok etmeye güç getiremedikleri bir kurtuluş ihtimalinin oluşturduğunu düşünüyoruz. Böylece barbarlığın ilkel sosyalist kolektivizminin alt edilemezliği ve komünal ulus arasındaki sürekliliğe dair Kıvılcımcı imaların eşiğine geliriz.[7]
Dolayısıyla yurtsever özdeşleşme halini özcüdür diye hemen milliyetçilikle işaretlemeye kalkmak kolaycı ve yanlış bir siyasi işlemdir. Milliyetçilikle mesafe koymak adına yurtsever pratik ve söylemleri toptancı bir şekilde inkar eden bir evrenselcilikten beriyiz.
[1] Dipesh Chakrabarty, Avrupa’yı Taşralaştırmak: Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık (İstanbul: Dergah Yayınları, 2021), s. 261.
[2] Ibid.
[3] https://www.youtube.com/watch?v=BF18MhRe2t4
[4] Chakrabarty, Avrupa’yı Taşralaştırmak, s. 263.
[5] Tom Nairn, “The Modern Janus,” New Left Review 94, no. 1 (1975): 3-29.
[6] Frantz Fanon, The Wretched of the Earth (New York: Grove Press, 1963), s. 158.
[7] İlker Cörüt, “Hikmet Kıvılcımlı’s “History Thesis” and the nation-form: National revolutionaries as modern barbarians?” Beyond Nationalism and the Nation-State içinde, ed. İlker Cörüt ve Joost Jongerden (Abingdon, Oxon; New York, NY: Routledge, 2021): 23-46.