Schrödinger’in Definesi
Defineciliği, hukuki olarak değerlendirebiliriz, ahlaki olarak yargılayabiliriz ama onu yalnızca ontolojik olarak tanımlayabiliriz; bu ontoloji temelde bir insanın ya da bir grup insanın kendisini muhayyel bir gerçekliğe ikna etmesi, kendisini kandırmak için gerçekliği eğip bükmesi, muhayyel işaretler (rahmani ya da fiziki) toplamasıdır. İşte bu ontoloji, kişiyi Shrödinger paradoksuna götürür.
Cumhurbaşkanı geçtiğimiz yıl bu zamanlarda, Türkiye’nin coğrafi konumu ve AKP’nin işbilirliği sayesinde, dünyanın içine düştüğü Covid-19 krizinden başarıyla çıkacağını, krizi fırsata çevireceğini; dünya kapitalizmi içinde kartların yeniden karıldığını, mevcut sistem çökerken, Türkiye’nin özellikle üretim zinciri ve lojistik ağlarında daha önemli mevziler kazanacağını iddia etmişti.
Geride bıraktığımız bir yıl boyunca, Cumhurbaşkanı, ekonomiden her söz açıldığında, Türkiye’nin ekonomisinin daha önce hiç iyi olmadığı kadar iyi olduğunu, 20 bin civarında yeni şirketin kurulduğunu, 100 bin civarında yeni işyerinin açıldığını ihracatın da önceki yıllara göre istikrarlı bir şekilde arttığını ve Türkiye’nin dünya kapitalizmi içindeki pozisyonunun her geçen gün güçlendiğini söyledi.
İktisattan anlayan daha bağımsız araştırmacılar ise, Türkiye’de işlerin gıda, hijyen, sağlık, bankacılık vb. bir kaç sektör hariç, özellikle hizmet sektöründe, hiç de iyi olmadığını söylediler.
Formel sektörlerde gelişme bu yönde iken, informel sektörde de, özellikle underground dünyada, kazananlar ve kaybedenler oldu, örneğin kahvehanelerin kapatılmasından dolayı kumarhaneler tümüyle yeraltına indi ve sektör büyük bir darbe yedi; aynı şekilde kafe-bar sektörünün kapanmasıyla, gazino/pavyon sektörü de büyük bir tıkanma ile karşı karşıya, genel anlamda topluluk önünde icra edilen horoz dövüşü, köpek dövüşü, kuş mezatı vb. yeraltı dünyasının daha “sofistike” eğlenceleri de zor günler geçiriyor.
Pandemi döneminde informel sektörlerde temelde iki alanda yükseliş oldu, birincisi narkotik, ikincisi de definecilik. Narkotik, yeraltı dünyasının bitcoini, Afganistan-İran-Suriye hattındaki biteviye savaşların üzerine pandemi tüy dikti ve geleneksel narkotik maddelerin yükselişi neredeyse bitcoin ile doğrusal bir hattı takip etti.
Öte yandan, definecilik ise yeraltı sanatları arasında diğer hiç bir sektörün almadığı kadar büyük bir yol aldı. Öncelikle covid-19 kapanmaları özellikle taşrada, insanların yıllardır kafalarının bir yerinde duran imkan olsa da şu gavur mezarını kazsam, şu işaretli kayanın altındaki mağaraya bir girsem hayaline büyük bir zaman yarattı, dahası AKP elitinin iddialarının tersine, memleketin her yerinde büyüyen işsizlik definecilik gibi meşakkatli bir iş için gerekli olan büyük iş gücünün taşrada merkezileşmesini sağladı ya da daha önceden, defineciliği bir tür aşk-ı memnu gibi sürdüren, ek iş ya da hobi olarak icra eden insanların birdenbire asıl mesleği haline geliverdi. Birbirine güvenen iki arkadaş ya da aynı taşeronun altında zaten amelelik yapan 8-10 kişilik inşaatçı, harfiyatçı ekipleri artık bir kenarda kendi hayallerinin peşinden gidiyor.
Defineciliğin böylesine gelişmesinin pek çok sebebi var, internet bilgisi, dedektör cihazlarındaki gelişme, insanların özellikle pandemi döneminde bol bol zaman ve işgücüne sahip olmaları gibi pek çok etken bunlar arasında sayılabilir. Öte yandan derinlerde daha derin meseleler var gibi görünüyor; öncelikle sağ muhafazakar dünyanın özellikle cumhur ittifakı cephesi için Türkiye maalesef talan edilmesi gereken bir dar’ül harp, fethedilmesi gereken bir küffar toprağı; ikinci olarak post-truth denilen sürecin formel epistemolojiye yapmış olduğu maskulen aşı, yani “ne diyorsak o” durumu; üçüncü olarak parti/devletin genel durumu, iyi kötü siyasetten anlayanların trollerle tasfiye edilmesine benzer bir şekilde, iyi kötü teknokrasi bilen siyaset erbabının da defineci mantığıyla iş yapan kişiler lehine tasfiye edilmiş olması (ki kariyerine, Suriye-Irak hattında kaçak mazot işiyle başlayan damat bunun güzel bir örneği). Tüm bunlar parça parça, defineciliği şu ya da bu düzeyde geliştiren, besleyen olgular.
İşte, definecilerin bu muhayyel dünyası, AKP-MHP’den mürekkep Cumhur İttifakı’nın yalnızca Türkiye’yi getirdiği yer bakımından değil, devr-i AKP’nin yarattığı kuşak/öznelliğin arzularının inşa edilişi, mental dünyasının epistemolojisi ve post-truth sonrası devlet ontolojisinin bize işaret ettikleri bakımından (şimdilik) ele alınmayı hak ediyor.
Arzu(lar)ın Mental Dünyası
Anadolu’da kökleri Bizans dönemine dayanan büyük bir definecilik damarı, bilgisi (alternatif bir ikonografi ve mitoloji), meşruiyet sistemi (Kuran ve hadislerden gelen defineciliği bir mesleğe dönüştüren kıssalar), arama yöntemleri (cin, muska, çubukla arama vb…) var. Bu bilgi kümülatif ve senkretik olarak kültürden kültüre nesilden nesile aktarılıyor zaten.
Fakat covid-19 pandemisinden sonra, definecilik bir tür maceraperestlik ya da berduşluk bahanesi/hülyası olmaktan çıkıp, informel sektörler arasında tanımlı hale geldi. Örneğin benim yaşadığım ilçede, (Rakım 950, Nüfus 3500) pek çok işyeri kapanıp bilinen sektörlerde iş yerleri açılmazken, pandemi sürecinde açılan tek işyeri, her türlü maden ve değerli taş dedektörleri satan bir dükkân oldu.
Elbette ki bu, herşeyden önce bir neslin arzularının ve mental dünyasının hangi türden epistemolojiler ile inşa edildiği ile ilgili. 24 Ocak kararları, 12 Eylül, Özal ve 90’lı yılların semeresi olarak değerlendirilebilecek olan devr-i AKP’nin yetiştirdiği kuşakların, kolektif ya da kamusal olana ilişkin ne arzu, ne mesuliyet ne de arayış içinde olmamaları, dünyanın üzerinden umutlarını tümüyle kesip bütün dikkatlerini yerin altına (define), bilinmeyen gaibe (cin, fal, büyü, muska) vermeleri, dahası şüheda edebiyatıyla vatan kılınmaya çalışılan bu toprağı her fırsatta talan etmeleri bir yana önlerine çıkan ilk fırsatta onu terk edip küffar toprağında (AKP belediyeleri ve hizmet pasaportlarını hatırlayalım) mülteci, köle olmak için rüşvet vermeleri, bu insanların vatan denilen bu toprak parçasına karşı herhangi bir duygusal bağları olmadığı gibi onu bir tür dar’ül harp gibi yağmalanıp geçilecek bir yer olarak gördüklerini gösteren en önemli emarelerden. Elbette burada bir, İmam-cemaat diyalektiği var; parti-devlet memleketin üstünü satarken, parti-devletin etrafında kümelenmiş olan sadaka ekonomisinin yoksul kuşakları, parti teşkilatının önünde dağıtılan patates çuvalından Audi’lerdeki kokain partilerine terfi edebilmek için memleketin altını talan etmeye soyundular.
Epistemoloji
Definecilik ile ilgili bir diğer mesele, define ile uğraşan kişilerin kendi alternatif folklor anlatıları ve kendi semiyotikleri ve ikonografik sistemleri olmasıdır. Bilimin kendisinin ne kadar bilimsel olduğu ve bilimselliğin sınırları üzerine post-modern sapaktan sonra epey kelam edildi ama arkeoloji ve yer bilim gibi bilimlerin, kendi mecralarındaki bulmacaları bir bir hayli çözüldüğünden, özellikle Anadolu’da bir sikkenin ya da bir heykelin ikonografisi ve formu üzerinden hangi döneme ait olduğu ve semiyotik olarak ne tür iktidar ilişkilerini hangi mitolojinin içinden gönderme yaptığı vb… biliniyor. Ama defineci gerçek anlamda hurafe katmanları, muskacı hikayeleri ve yerel folklorik anlatı enkazının altında iğneyle kuyu kazar, onu motive edense elbette umutlarıdır; definecilik Durkheim’in tabu için söylediği gibi toplumsal bir suç ortaklığı iştirakine benzer bir şekilde, büyük bir hurafeden büyük bir umut büyütmektir. Tıpkı Procrustes’in yatağı konuğa göre değil, konuğu yatağa uygun hale gelene kadar bacaklarının (yataktan büyükse) kesildiği ya da (yataktan küçükse) gerildiği operasyona benzer bir şekilde, işaretler arzu edilen şeyi işaret eder hale gelene kadar, kesilir, uzatılır, icat edilir…
Bir defineci bir sahaya girdiğinde, oradaki zenginliği yalnızca değerli madenlerden (altın gümüş), sikkelerden, tarihi materyalden (kap kacak, heykel vb..) ibaret görür, o maddeye ulaşana kadar toprağı deler, deşer, tecavüz eder. Bir arkeolojik kazıyı ya da maden araştırmasını resmi kılan ise ulusal ya da uluslararası kurumların belirli bir alandaki çalışmaya hep birlikte olur vermesi ve kazıyı yapan ekibin kazı alanındaki tüm ekosistemi ve ören yerindeki bütün tarih katmanlarını palimsetik olarak hesaba katmasıdır. Zemin etüdü, ÇED raporları, Orman izinleri vb…
Post-Truth Devlet Ontolojisi
Devleti hukuk sahasında çeteci olmaktan çıkaran şey Aurelius’un deyişinde olduğu gibi “adalet”se, onu defineci olmaktan kurtaracak olan şey, kurumsal hukuk ve rasyonelliktir.
Öte yandan, devlet özellikle maden sahalarında uzunca bir zamandır, bizzat kendi kurumları tarafından verilen raporları göz ardı ediyor ve bilinen müteahhitlik şirketlerine toprağı peşkeş çekiyor, dahası yandaşlara dağıtılan bu maden arama ruhsatlarının, mermer işletmelerinin durumları da çok manidar. Halktan defineciler kendi yaptıkları işin müstearı olarak maden arama ifadesini kullanırlarken, hemen hepsi yandaş firmalar olan maden arama şirketlerinin faaliyetlerini de aslında define aramanın bir kisvesi olarak görüyorlar. Benzer bir şekilde, asıl kaçak kazıyı kendilerinin değil, devletin ve yandaşların yaptığını söyleyip hemen geçtiğimiz yıllarda Tarsus’ta yaşanan ve bir özel harekat polisinin ölümü, bir mahallenin göçmesi (iki manada göçme, popülasyonun taşınması ve evlerin temellerinden sarsılıp göçmesi) ve o mahallenin aylarca girilemez olması hikayesi etrafında büyük bir din, devlet, masonluk, Vatikan vb… hikayesi anlatıyorlar.
Burada definecilerin söylemine sinmiş olan, devlet talan ediyorsa elbette biz de edebiliriz anlayışını, halkın kendisini devlete bakarak kuruyor olmasının en güzel numunelerinden birisini görüyoruz. Halkı defineciliğe onun mental dünyasına, arzularına, kendisini kandırma mekanizmalarına davet eden de gene bizzat post-truth devlet ontolojisi dediğimiz şey.
Defineciliği, hukuki olarak değerlendirebiliriz, ahlaki olarak yargılayabiliriz ama onu yalnızca ontolojik olarak tanımlayabiliriz; bu ontoloji temelde bir insanın ya da bir grup insanın kendisini muhayyel bir gerçekliğe ikna etmesi, kendisini kandırmak için gerçekliği eğip bükmesidir, muhayyel işaretler (rahmani ya da fiziki) toplamasıdır. İşte bu ontoloji, kişiyi Shrödinger paradoksuna götürür. Kutunun içindeki kedinin yaşayıp yaşamadığının bilinemediği gibi, yerin altında bir zenginliğin olup olmadığı da bilinemez ama işaretlerin arzuların gölgesinde şekillenmiş olan belirli bir epistemolojiye göre yorumlanması, Shrödinger’in paradoksunu, her zaman definenin varlığına (üstelik tonlarca) götürür. Hükümetin, bütün 20 yıllık icraatının son deminin Covid-19 pandemisiyle birleşmesi, bütçenin vurgunlarla sıfırı tüketmesi, elde satacak bir şey kalmaması, MHP’li faşistlerin RemisRemulus kardeşler gibi iktidarın memesine yapışmaları, büyük bir görgüsüzlükle 20 yıldır memleketin her yanını talan eden mücahit/müteahhitler… ve bunlara hamilik eden saray rejiminin tek kişilik dev kadrosunun devlet ontolojisi ile kurmuş olduğu ilişki herhangi bir definecininkinden çok farklı değil, daha doğrusu, defineciler bu bakış açısını herşeyden önce devlet erkanına bakarak edindiler. Zira, devlet erkanı nereye baksa, zenginlikler ve o zenginlikleri doğrulayan fizik ve metafizik işaretler görüyor: Karadeniz’de doğalgaz, Akdeniz’de mavi vatan, Emevi Camii’nde cuma namazı, Libya’da Türkmen yurtları, Kıbrıs’ta türbedarlar; Kanal İstanbul da işte bu definecilik ontolojisi dediğimiz mental dünyanın bir kaç semptomu yalnızca.