Takdir ve Tensipleriyle: Başkanlık Rejiminde Politik Dil

Tahmini Okunma Süresi: 7 dakika

“takdir ve tensipleriyle” kalıbı bürokratik vesayeti kaldırma iddiasıyla yola çıkan bir iktidarın bu tasfiyeyi gerçekleştirdikten sonra onu kendinde doğurması ve kitlelere yayacak ölçüde popülerleştirmesinin bir sonucu, temel savının paradoksal âkıbetidir. Atama yapanlar açısından durum böyle olduğu gibi atananlar açısından da artık eskimiş, dolayısıyla belli ölçüde karikatürleşmiş bir yaltaklanma ifadesi, geçen günlerde gündemi işgal eden Ayvatoğlu’nun müdafaasında geçen “daha fazla nüfuz sahibi olma” arzusunu kendisini atayanın otoritesini mümkün olan her biçimde vurgulayarak gerçekleştirme çabasının bir yansımasıdır.

Her rejim kendi dilini talep eder. Toprağın memâlik-i şâhâne, üstünde yaşayan nüfusun reâyâ olduğu bir düzenin dili, o düzen anayasacı bir devrimle başka bir yöne evrildiğinde artık iyi karşılanmaz. Demirci’nin tanımlamasıyla (2008: 97) meşrûtiyet, “lisan-ı meşrûtiyet”i de doğurur. Meşveret iddiasıyla ve égalité/müsâvât sloganıyla yürütülen bir hareket asırların kullanımı karşısında en ufak bir taaccübe olsun düşmediği “kulları” klişesini yürekten yadsımaya başlar. İlerleyen süreçte lisan-ı cumhuriyet de “irade-i şâhâne” yerine “irade-i milliye” demesiyle iftihar edecektir (İlhan, 2011: 520). “İstikrar”ın bayraktarlığında kurulan semantik dünya, “ihtilâl”in gölgesinde gelişenle doğal bir çatışma hâlindedir.[1]

Meşrûtiyet, lisan-ı meşrûtiyeti doğurduğu gibi; riyâset/başkanlık da, lisan-ı riyâseti doğurmaktadır. Bu lisan-ı riyâsetin, başkanlık dilinin dört başı mamur bir yansımasını “takdir ve tensipleriyle” klişesinde bulabiliriz. Basit bir Twitter aramasıyla ulaşılan şu: Bu kalıp 2014 senesinde Gümüşhane Valiliğine atanan Yücel Yavuz tarafından bir tweetinde kullanılıyor. Yavuz’dan sonra üç sene boyunca bu pek eski bürokratik şükran ifadesinin Twitter’da kullanıldığına rastlamıyoruz. Fakat “takdir ve tensipleriyle” kalıbı 2017’den sonra tekrar diriliyor ve kaymakamlıklardan bakanlıklara hemen her türlü atamada, neredeyse sekmez biçimde karşımıza çıkmaya başlıyor. Üstelik bu kalıp o denli revaç buluyor ki birkaç senedir hemen her hafta kendisine başvurulma ihtiyacı hissediliyor. Bugün büyük bir yekûna ulaşmış olan “takdir ve tensipleriyle” kalıbını içeren bu atanma duyurularının ezici çoğunluğu da -hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde- ya Cumhurbaşkanı’nın ya da MHP Genel Başkanı’nın yaptığı atamalara ilişkin olarak kullanılıyor. Görünen o ki bu iki kelime doğrudan doğruya başkanlık sisteminin iki ana müdafiinin benimsediği, muhalefetin ise dilinde yer etmemiş türden bir kullanım. Demek ki onu bürokratik geleneğin bir ifadesi saymamak lazım. “Takdir ve tensipleriyle” klişesiyle arz-ı şükranda bulunmak -tıpkı görevden af mevzuunda olduğu gibi- başkanlık dilinin kendi kodlarının üretmese bile yeniden yarattığı, hayat verdiği, Mesihliğine bürünerek can üflediği bir kullanım. Nitekim başkanlık sistemine geçişin halk oyuyla kabul edildiği 2017 senesinden itibaren tekrar dolaşıma sokulması ve sistem kavileştiği ve otoriterleştiği ölçüde daha sık zikredilir olması da bunu kanıtlıyor olsa gerek.

Takdir ve tensipleriyle kalıbının bir başkanlık sistemi yaratımı olmadığı doğrudur. Tıpkı istikşafî görüşmeler lafı başkanlık sistemi tarafından yaratılmadığı gibi, onun da kendine mahsus bir geçmişi vardır. Fakat bu geçmiş Resmî Gazete’nin dışına pek de çıkmaz. Adeta bürokrasi jargonunun içine hapsedilmiştir. Fakat bürokrasi, kendi başına bir güç merkezi olmaktan çıkıp doğrudan bir başkanın, aynı zamanda politik bir figür olan, “halkın lütfu” sayesinde “ulusal ruhun kendisinde cisimleştiği” iddiasındaki (Marx, 2018: 164) bir başkanın otorite sahasına sıkıştırıldığı ölçüde “takdir ve tensipleriyle” de kendi jargonunun dar sınırlarını aşarak popüler mecralara doğru akmaya başlar. Mardinci bağlamda (2006) çevrenin, yani gelenekçi liberallerin temsilciliğini yapan iktidar, merkezdeki bürokrasinin ademimerkezîleşmesini amaçlarken onu fethetmiş ve fethedenin fethedileceğine dair Engels öngörüsüne (Marx & Engels, 1987: 170) uygun biçimde dönüşmüştür. Rejim değişikliği sayesinde de merkezi tasfiye etmeyen, onun yerini alan çevre ilginç bir sentez yaratarak bürokrasinin dilinin popüler platformlara taşmasının önünü açmıştır. Hem öylesine bir taşmadır ki bu, dalgaları ilçe örgütünün başkan yardımcılığına getirilen kişinin diline değin dokunmayı başarmıştır. Çevre, merkezleşmiş, daha doğrusu bir çevre-merkez simbiyozu doğmuştur. Mannheim’in belirttiği gibi (2002: 251) muhafazakâr iktidar, “yapısı gereği, egemen olduğu gerçeklikle tamamıyla uyum içinde” olma hâlini sürdürmüştür. Bu yüzden “takdir ve tensipleriyle” kalıbının Türkiye’nin başkanlık rejimine geçmesinden başlayarak artan bir yoğunlukla kullanılması ne söylemektedir? İktidar partisinin ve resmî bir koalisyon ve kadrolandırma bile ummaksızın, adeta Sezarist bir politika-üstü bekâ sorunu söylemiyle yanına eklemlenen ortağının[2] bürokrasi ve onun jargonu tarafından ele geçirildiğini…

Fakat yukarıdaki paragrafta değinilen durum “takdir ve tensipleriyle” kalıbından çıkarılmaya muhtaç olmayacak denli aşikarlaştığı için bu artık klişeleşmiş kullanımın öteki boyutlarına odaklanmakta yarar var. Bir kere, ne ifade eder bu klişe? Niçin muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarının iltifatına, teveccühüne makes olmayı başaramaz da iktidardaki ittifakın örgütleriyle sınırlı kalır? En başta artık teknolaşmış muhafazakârlığın (Mollaer, 2012: 9-24), kültürel olarak adlandırdığı iktidardan mahrum kalmanın sancısıyla yönsediği taklit arzusunu dışavurur. İktidarda kaldığı uzun süre boyunca kendi kültürel elitini yaratamamış olmaktan muzdarip bir iktidarsızlıkla malul iktidar, henüz iktidara sahip olunmayan günlerde ilham alınan muhafazakârlık devlerinin zengin (ve muhakkak eski) Türkçe bilgilerinin taklidiyle kendisini teselli etmeye çalışır. Kalıbın içerdiği olağanüstü ve kuşkusuz yapay, tabasbusa varan saygı, tekno-muhafazakârlığın hâlâ tekno-olmayan-muhafazakârlık kadar görgü sahibi olduğuna dair yanılsamalı bir yansıtma çabasının yürütülmesine katkı sağlar. Mesele kelimesindeki hemzenin atlanmayarak mes’ele şeklinde telaffuzu, muvaffakiyetler dilenmesi, Meriç’ten veya Topçu’dan yapılan süslü alıntılar… Teknolaşmaya rağmen hâlâ “muhteşem bir mazi”nin varlığına getirilen iman, o mazinin entelektüel açıdan da mirasçısı olabileceğine dair bir iddiaya dönüşmeyi iktidardan talep etmektedir. Muhteşem mazi dedik – Benjamin’in Keller’in bir yargısını eleştirmek için yazdığı bir cümlesindeki “geçmişte kendisinin de düşünülmüş olduğunun bilincine varmayan her şimdiki zaman” (Benjamin, 2018 :39) kısmına ufak bir dokunuş yaparak muhafazakâr zihnin daimî olarak içinde yaşadığı zamanı tespit etmek mümkündür: “Geçmişte kendisinden başka bir şeyin de düşünülmüş olduğunun bilincine varmayan bir şimdiki zaman.” Takdir ve tensip, bu açıdan elverişlidir. Görkemli mazinin ve o görkemli mazide yaşamış “güzel adamlar”ın, “üstad”ların dilinden konuşmayı bir parça daha olanaklı kılmaktadır.

Fakat vahim olan “takdir ve tensipleriyle” kalıbının reelpolitikte her gün yine ve yeniden katledilen liyakatin ölüm duyurusunu yapması, salâsını okumasıdır. Liyakat, yok edildiği hâlde varmış gibi davranılması, “politik hakların kullanılması” yoluyla “gerçekte etkinliğini yitirmiş” olmasına rağmen doğrulanması (Marcuse, 1969: 66) icap eden demokrasiden farklı olarak, yok edildiğinin ilanından çekinilmeyecek denli zayıflamıştır çünkü. Başta değindiğim gibi, bu kalıp -yine eski bir tabirle- tabasbus kokar. Kendisini bir göreve atayan otoriteye karşı teşekkür ifadesini alabildiğine karikatürleştirir. Üstelik insanların görevden alındığı için dahi teşekkür ettiği bir politik ortamda ne kadar karikatürize bir ifade olduğu silikleştiği için bu yönü fark edilmez. Üslûp gitgide ağdalı bir hâl alabilir: “Cumhurbaşkanımızın takdir ve tensipleriyle tarafıma tevdi edilen…”  Çoğu zaman takdir ve tensip sahibinin karşısında takdir ve tensip edileni kendi kendisine yabancılaştırdığı da olur: “… takdir ve tensipleriyle şahsıma.” Bu kalıpta liyakatin tümden feshedilmiş olduğu gerçeğinin bilince çıkışını imleyen bir taraf vardır: Aslında göreve getirilen kişi bunu hak etmiyordur, ilgili atama otorite sahibinin bir lütfudur. Nitekim takdir kelimesinin dinî literatürdeki anlamı düşünülecek olursa bu türden bir semantik bağın kurulmaması tuhaf olurdu. Takdir, aslî olarak Tanrı’nın uhdesindedir. Lugat-ı Nâci’nin kelimeye verdiği ilk anlam şu: “Cenâb-ı Hakk’ın kable’l-îcâd her şeyin nasıl olacağını Levh-i Mahfûz’a sebt eylemesi.” (Naci, 1978: 266) Dünyevî otoriteyi tanrısal otoritenin bir yansıması ve vekili olarak gören, ona karşı gelmeyi huruc ale’s-sultan başlığı altında günah sayan paradigma düşünülecek olursa bağ açıktır. Bu paradigma eskimemiştir, Erdoğan hakkında parti yöneticileri ve köşe yazarlarından işitilen dinî içerikli (“Ona dokunmak bile ibadettir.”, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi) ululamalar sürmektedir (Bora, 2017: 504).  Bir anlamda, İslâm’ın politeizme “tanrıların birbirleriyle kavga edecekleri ve evrende kaos çıkacağı” teziyle karşı çıkmasına (bkz. Kuran, 17: 42) benzer biçimde “ortakların birbirleriyle kavga edecekleri ve ülkede kaos çıkacağı” savıyla kitlesel bir koalisyon fobisini körükleyen iktidar, takdir yetkesini uhdesine almakla ve bitmez-tükenmez ulu’l-emrlik pozlarıyla tanrı vekilliği görünümünü billurlaştırır. Tanrısal merhamet, asla hak etmemesine, daha doğrusu hak iddia etmesine imkân tanıyacak her türlü yapıp-etmeden doğası gereği âciz kalmasına karşın insana hayat, rızık ve soy-sop bağışladığı gibi; onun vekili konumunda düşünülme itiyadı toplumun şuuraltına sızmış olan iktidar da “istese yapmayacağı” hâlde, “hizmet aşkı” gereği halka yollar, köprüler, idarî binalar, adalet sarayları ihsan ediyor ve birtakım kimseleri birtakım görevlere takdir ve tensip buyuruyordur.

Fakat konunun dallanıp budaklanmasına müsaade etmemeli. Can alıcı nokta, bu takdir ve tensip kalabalığının, liyakatin feshini mümkün kılan gerilek yanıdır. Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin kıymeti teslim edilmiş önsözünde divan edebiyatının mazmun kümesinin (en “aşkî” olanları da dahil olmak üzere) doğrudan doğruya mutlak monarşinin, hükümdar-kapıkulu dünyasının içinden doğduğunu yazıyordu (Tanpınar, 2012: 27-29). Başkanlık dili ve onun “takdir ve tensipleriyle” klişesi bu yüzden gerilektir, Tanpınar’ın teşhis ettiği hükümdar-kapıkulu ilişkisine doğru, geriye doğru yapılan bir sıçramanın dildeki karşılığıdır. Hükümdar-kapıkulu ilişkisinin gölgelediği edebiyatın hem biçimce hem biçemce değişmesi ve doğan yeni edebiyatın nihayetinde bir devlet belgesi olan Tanzimat ile aynı ismi taşımasının sebebi, ilgili fermanla beraber bu ilişkiyi değiştirecek olan, “özgül ağırlığa sahip” bir kalem efendileri grubunun, yani Bâbıâli bürokrasisinin yaratılmış olmasıydı. Oysa başta değinildiği üzere başkanlık sistemi, başkan hariç bürokrasi de dahil olmak üzere bütün diğer kurumların özgül ağırlıklarını feshederek ve onları yegâne ağırlık olan kendisinin eklemlenmiş uzantıları hâline getirerek hükümdar-kapıkulu ilişkisinin bir benzerini yaratır ve böylelikle “takdir ve tensipleriyle” kalıbı gitgide popülerleşir, umulmadık bir yaygınlık kazanır ve yerleşir. Yansıyan sistemin dilidir. “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım…” gibi bir cümle başlangıcını mümkün kılan Türkiye’nin başkanının şahsında soğurulması sistemi istişareyle karar veren bütün diğer kurumların iradelerini birer birer sindirerek tek bir şahsın takdir ve tensip yetkesinin tıknaz ve hantal hâle gelinceye değin semirmesine yardımcı olur.

Dolayısıyla “takdir ve tensipleriyle” kalıbı bürokratik vesayeti kaldırma iddiasıyla yola çıkan bir iktidarın bu tasfiyeyi gerçekleştirdikten sonra onu kendinde doğurması ve kitlelere yayacak ölçüde popülerleştirmesinin bir sonucu, temel savının paradoksal âkıbetidir. Atama yapanlar açısından durum böyle olduğu gibi atananlar açısından da artık eskimiş, dolayısıyla belli ölçüde karikatürleşmiş bir yaltaklanma ifadesi, geçen günlerde gündemi işgal eden Ayvatoğlu’nun müdafaasında geçen “daha fazla nüfuz sahibi olma” arzusunu kendisini atayanın otoritesini mümkün olan her biçimde vurgulayarak gerçekleştirme çabasının bir yansımasıdır. Her hâlükârda, kişinin bir makamı kazanmadığı, hak etmediği, liyakat göstererek üstlenmediği, aksine lûtfedilerek bir makama uygun görüldüğü, münasip bulunduğu bir kapıkulluğu kokusu bu iki kelimenin hemen her yerine sinmiştir. Zaten “Yeni Türkiye” de budur ve bundan ibarettir. Takdir ve tensibin önlenemez yükselişi karşısında, liyakat geçer akçe olmaktan çıkmış ve hiperenflasyona uğramıştır. İyisi mi, yargıda yumuşatma yapmayalım: Bugünün başkanlık Türkiye’sinde, dünyadaki tüm liyakat akçeleri birleşse bir kapıyı açmaya kafi gelemeyeceği cihetle, tedavülden kalkmıştır.

BAŞVURULAR

Benjamin, W. (2018). Pasajlar. (A. Cemal, çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Bora, T. (2017). Cereyanlar: Türkiye’de Siyasî İdeolojiler. İstanbul: İletişim Yayınları.

Demirci, H. A. (2008). 1908 Parlamentosunda Meşrutiyetin Değerleri ve İlkeleri. Doğu Batı Dergisi 45. 83-105.

Gramsci, A. (1986). Hapishane Defterleri: Tarih, Politika, Felsefe ve Kültür Sorunları Üzerine Seçme Metinler. (K. Somer, çev.). İstanbul: Onur Yayınları.

İlhan, A. (2011). Kemalizm: Müdafaa-i Hukuk Doktrini. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm iç., (A. İnsel, ed.). 518-528. İstanbul: İletişim Yayınları.

Mannheim, K. (2002). İdeoloji ve Ütopya. (M. Okyavuzi, çev.). Ankara: Epos Yayınları.

Marcuse, H. (1969). Baskıcı Hoşgörü. Görünmeyen Diktatör iç., (T. Akerson, çev.). 63-99. İstanbul: Ararat Yayınevi.

Mardin, Ş. (2006). Türkiye’de Toplum ve Siyaset. İstanbul: İletişim Yayınları.

Marx, K. (2018). Fransız Üçlemesi: Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Fransa’da İç Savaş. (E. Özalp, çev.). İstanbul: Yordam Kitap.

Marx, K. & Engels, F. (1983). Collected Works 25. (E. Burns, çev.) New York: International Publishers.

Mollaer, F. (2012). Çağdaş Üç Tarz-ı Siyaset Üzerine Eleştiri Yazıları: Tekno Muhafazakârlık, Kemalizm ve Liberal Sol’un Eleştirisi. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Muallim Naci (1978). Lugat-ı Nâcî, tıpkıbasım. İstanbul: Çağrı Yayınları.

Tanpınar, A. H. (2012). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yayınları.


[1] Türkiye’de yalnızca politik(-popülist) dil değil, gündelik dilin kendisi de politik ayrışmanın gerginliğini bünyesinde taşır. Kemâlist devrimin bir parçası olarak tasarlanan Öztürkçecilik cereyanının orijinal mecrasını yitirmesi sonucu kavga durmaz, aksine bu kavga Öztürkçe kelimeleri sıklıkla kullanan sol yayın organları ile o kelimeleri bir uydurmacılık/tasfiyecilik hareketi olarak gören sağ neşriyat arasında devam eder. Dilin politizasyonu çarşı pazara değin inmiştir: Günaydınlanan dindar esnaf “Aleyküm selâm” diyerek reaksiyoner bir mukabelede bulunabildiği gibi başka birisi de onun verdiği Allah’ın selâmını “Günaydın”la alabilir.

[2] Gerçekten de Bahçeli için sıklıkla kullanılan Bilge Lider sıfatı, onu -milliyetçi panteonun bilge veziri- Tonyukuklaştırma amacını taşıyor olsa da Sezarizmdeki “büyük bir kişiliğe bırakılmış hakemlik” (Gramsci,1986 : 140) görevine de göz kırpıyor gibidir.

MİLLETÇİLİK

Yurtseverce’nin ilham kaynaklarından büyük usta Hikmet Kıvılcımlı’nın hakkı verilememiş (bizce bizzat kendisinin de mantıksal sonuçlarına götüremediği) Tarih Tezi’nin ulus meselesinde nasıl bir radikal açılım sağlayabileceğine dair son derece önemli bir metni dikkatlerinize sunuyoruz.